Eğil toprağa ve sık! Bir avuç kan bulacaksın. Bir avuç yitik cennet.
Tane tane hayatlar, kemik parçaları, feda edilmiş rahatlar bulacaksın. Parmaklarından kollarına akan bayrak rengi kırmızılıktan korkma!
Bugün yürüyorsan bu toprağın üstünde, işte o kırmızılığın kutsallığı hürmetinedir; anlayacaksın...
Eğil toprağa ve sık! Yaşanmamış hikâyeler, son bulmamış başlangıçlar, unutulmuş nasırlı hayâller bulacaksın.
Bu sessiz yığın okşayacak ellerini. Korkma! O hayâllerin vücut bulmuş hâlisin sen.
O başlangıçlar sebebine varsın, o hikâyeleri buram buram yaşayacaksın...
Eğil toprağa ve sık! İhanetler bulaşacak her yerine.
Türlü türlü zulümler, mezalimler, katliamlar, alınmamış intikamlar, ahlar ve lanetlenmiş eşkıyalıklar bulacaksın.
Kötülüğün kasvetli seherlerinde, parçalanmış cesetleri seyredecek çıldırmış gözlerin. Unutma; o doğranan mazlumların yüzü suyu hürmetine yeşerdi bağın, bahçen, bucağın.
Tiksinecek ruhun varoluşundan; ağlayacaksın...
Eğil toprağa ve sık! Ayrılıklar bulacaksın. Kahramanlıklara kurban edilen yarım kalmışlıklar, vuslatsız hasretler, çâresiz bîçarelikler, viraneye dönmüş gönül sarayları...
İçin ürperecek, titreyecek, belki de an be an öleceksin.
Üzülme; eninde sonunda buluşacak senin göğsünde, bu kara toprakların kara sevdalıları. İşte o zaman canlanacaksın...
Sonra al eline bu kitabı, oku! Gidenin nasıl gittiğini, gelenin nasıl geldiğini öğren sayfalarında; satır satır, cümle cümle.
Şahit ol devrine ateş günlerinin.
Anla, ulaşılmaz fırtınalarda çarpışan, her biri devasa bir anıta dönüşmüş küçücük bedenlerin yüceliğini.
Anla ki boşuna basmamış ol onların kabrine!
Boşuna çiğnememiş ol ışıktan evlerini.
Sonra uzan ve öp mukaddes ellerinden.
Eğil toprağa ve sık; onlar, birer efsane artık...
Eğil toprağa ve sık! Bir avuç kan bulacaksın. Bir avuç yitik cennet.
Tane tane hayatlar, kemik parçaları, feda edilmiş rahatlar bulacaksın. Parmaklarından kollarına akan bayrak rengi kırmızılıktan korkma!
Bugün yürüyorsan bu toprağın üstünde, işte o kırmızılığın kutsallığı hürmetinedir; anlayacaksın...
Eğil toprağa ve sık! Yaşanmamış hikâyeler, son bulmamış başlangıçlar, unutulmuş nasırlı hayâller bulacaksın.
Bu sessiz yığın okşayacak ellerini. Korkma! O hayâllerin vücut bulmuş hâlisin sen.
O başlangıçlar sebebine varsın, o hikâyeleri buram buram yaşayacaksın...
Eğil toprağa ve sık! İhanetler bulaşacak her yerine.
Türlü türlü zulümler, mezalimler, katliamlar, alınmamış intikamlar, ahlar ve lanetlenmiş eşkıyalıklar bulacaksın.
Kötülüğün kasvetli seherlerinde, parçalanmış cesetleri seyredecek çıldırmış gözlerin. Unutma; o doğranan mazlumların yüzü suyu hürmetine yeşerdi bağın, bahçen, bucağın.
Tiksinecek ruhun varoluşundan; ağlayacaksın...
Eğil toprağa ve sık! Ayrılıklar bulacaksın. Kahramanlıklara kurban edilen yarım kalmışlıklar, vuslatsız hasretler, çâresiz bîçarelikler, viraneye dönmüş gönül sarayları...
İçin ürperecek, titreyecek, belki de an be an öleceksin.
Üzülme; eninde sonunda buluşacak senin göğsünde, bu kara toprakların kara sevdalıları. İşte o zaman canlanacaksın...
Sonra al eline bu kitabı, oku! Gidenin nasıl gittiğini, gelenin nasıl geldiğini öğren sayfalarında; satır satır, cümle cümle.
Şahit ol devrine ateş günlerinin.
Anla, ulaşılmaz fırtınalarda çarpışan, her biri devasa bir anıta dönüşmüş küçücük bedenlerin yüceliğini.
Anla ki boşuna basmamış ol onların kabrine!
Boşuna çiğnememiş ol ışıktan evlerini.
Sonra uzan ve öp mukaddes ellerinden.
Eğil toprağa ve sık; onlar, birer efsane artık...