Abrakadabra – Ölümsüz Hikâyeler, mitolojik hikâyelerle bağlantılı, iç içe kurgulanmış öykülerinde, gizemli bir şehrin sokaklarında gezinen karakterlerle birlikte büyülü bir yolculuğa çıkarıyor okurları.
Kitabın başkarakterleri Gılgamış'ın, Medusa'nın, Kasandra'nın ve daha nice kahramanın ayak izlerini takip ediyor ve ölümsüzlüğün, intikamın ya da kendi kuyruğunu yiyen bir yılanın peşinde, şehrin onları sürüklediği sokaklar boyunca dolaşıp dururken aslında kendi ruhlarının derinliklerine iniyorlar.
Abrakadabra – Ölümsüz Hikâyeler ince kurgusu ve akıcı diliyle etkileyici bir anlatı sunmayı başarıyor.
“Bu şehrin sadece beton yığınlarından ibaret olmadığını o günlerde anladım. O da bizim gibi bir canlıydı. Derisi yoktu da onun yerine, betondan, asfalttan, taştan, topraktan oluşan bir kabuğu vardı. O kabuğun üstünde yürüyen her canlının farkındaydı. Her şeyi hissediyordu, her şeyi duyuyordu. Sokaklarda yaşadığım o süre boyunca şehrin geceleri eğilip büküldüğünü gördüm. Şehir bazen bir labirente çeviriyordu sokakları. Varmak istediğin yere asla varamıyordun. Gece boyu dolaşıp duruyordun. Her gün geçtiğin, bildiğin sokak bir anda çıkmaz oluyordu. Bazen de çıkmaması gereken bir yere çıkıyordu. Aslında karşılaşmayacağın bir insanı karşında buluveriyordun, gitmeyeceğin bir yere varmış oluyordun.”
Abrakadabra – Ölümsüz Hikâyeler, mitolojik hikâyelerle bağlantılı, iç içe kurgulanmış öykülerinde, gizemli bir şehrin sokaklarında gezinen karakterlerle birlikte büyülü bir yolculuğa çıkarıyor okurları.
Kitabın başkarakterleri Gılgamış'ın, Medusa'nın, Kasandra'nın ve daha nice kahramanın ayak izlerini takip ediyor ve ölümsüzlüğün, intikamın ya da kendi kuyruğunu yiyen bir yılanın peşinde, şehrin onları sürüklediği sokaklar boyunca dolaşıp dururken aslında kendi ruhlarının derinliklerine iniyorlar.
Abrakadabra – Ölümsüz Hikâyeler ince kurgusu ve akıcı diliyle etkileyici bir anlatı sunmayı başarıyor.
“Bu şehrin sadece beton yığınlarından ibaret olmadığını o günlerde anladım. O da bizim gibi bir canlıydı. Derisi yoktu da onun yerine, betondan, asfalttan, taştan, topraktan oluşan bir kabuğu vardı. O kabuğun üstünde yürüyen her canlının farkındaydı. Her şeyi hissediyordu, her şeyi duyuyordu. Sokaklarda yaşadığım o süre boyunca şehrin geceleri eğilip büküldüğünü gördüm. Şehir bazen bir labirente çeviriyordu sokakları. Varmak istediğin yere asla varamıyordun. Gece boyu dolaşıp duruyordun. Her gün geçtiğin, bildiğin sokak bir anda çıkmaz oluyordu. Bazen de çıkmaması gereken bir yere çıkıyordu. Aslında karşılaşmayacağın bir insanı karşında buluveriyordun, gitmeyeceğin bir yere varmış oluyordun.”