Tükenmişlik olgusu bugün çalışma yaşamında sıklıkla karşılaştığımız bir deneyim. Çalışma hayatının Endüstri Devriminden bu yana değişmesi, artan rekabet ve nihayet bugün teknoloji ve internetin hayatımıza girmesi ve esnek ancak aynı zamanda uçucu yeni formlarını üretmesi ile bu sıklık artıyor. Bu duruma gündelik hayatın hızı eklendiğinde durum daha da çetrefilli bir hal alıyor. Çalışma hayatı halihazırda böylesi bir dönüşüm içerirken Pandemi ve deprem gibi toplumsal olarak bizi travmaya sevk eden deneyimlerimiz, psikolojik olarak dayanıklılığımızı azaltıyor. Böylece hem sosyal yaşamımızda hem de oraya dahil olan çalışma alanlarımızda tükenmişliğe daha yatkın hale geliyoruz.
Bu çalışma söz konusu dönüşüme teorik zeminini yaslayarak, yükseköğrenim yurtları çalışanlarının 6 Şubat Depremi sonrasında tükenmişlik düzeylerini çeşitli değişkenler açısından açıklama gayretinde. Nitekim yüzyılın felaketi olarak nitelenen deprem sonrası yükseköğrenim yurtları, olağanın dışında bir rol üstlenerek 6 ay boyunca depremzedelere barınma imkânı sundu. Bu süreçte çalışanların yara sarmaya yönelik eylem ve niyetlerinin insanüstü bir çabaya dönüşmesi ancak kısa bir sürede acının rutin bir gündelikliğe yenik düşmesine yönelik gözlemlerimin, beni bu araştırmaya yönelttiğini ifade etmem gerekir.
Bir başkasına yardım etme ve faydalı olma niyeti, kimi zaman bireysel tatmin ve manevi olana yönelim dolayısı ile tükenmişlikle baş etmemizi kolaylaştırabilir. Ancak tersine her ne olursa olsun, baş edebileceğimizden fazla iş yükünün yanı sıra aylarca süren karmaşa ve duyduğumuz derin üzüntü, bizi tükenmişliğe daha fazla yaklaştırabilir. Bu kitap dolaylı olarak bu sorunun cevabını da içerdiği için sonuçları dikkate değer.
Sürecin doğrudan bir parçası olmamın kattığı etnografik kodların, çalışmayı anlamlı kıldığına inancımın okuyucuya da geçmesini dilerim.
Tükenmişlik olgusu bugün çalışma yaşamında sıklıkla karşılaştığımız bir deneyim. Çalışma hayatının Endüstri Devriminden bu yana değişmesi, artan rekabet ve nihayet bugün teknoloji ve internetin hayatımıza girmesi ve esnek ancak aynı zamanda uçucu yeni formlarını üretmesi ile bu sıklık artıyor. Bu duruma gündelik hayatın hızı eklendiğinde durum daha da çetrefilli bir hal alıyor. Çalışma hayatı halihazırda böylesi bir dönüşüm içerirken Pandemi ve deprem gibi toplumsal olarak bizi travmaya sevk eden deneyimlerimiz, psikolojik olarak dayanıklılığımızı azaltıyor. Böylece hem sosyal yaşamımızda hem de oraya dahil olan çalışma alanlarımızda tükenmişliğe daha yatkın hale geliyoruz.
Bu çalışma söz konusu dönüşüme teorik zeminini yaslayarak, yükseköğrenim yurtları çalışanlarının 6 Şubat Depremi sonrasında tükenmişlik düzeylerini çeşitli değişkenler açısından açıklama gayretinde. Nitekim yüzyılın felaketi olarak nitelenen deprem sonrası yükseköğrenim yurtları, olağanın dışında bir rol üstlenerek 6 ay boyunca depremzedelere barınma imkânı sundu. Bu süreçte çalışanların yara sarmaya yönelik eylem ve niyetlerinin insanüstü bir çabaya dönüşmesi ancak kısa bir sürede acının rutin bir gündelikliğe yenik düşmesine yönelik gözlemlerimin, beni bu araştırmaya yönelttiğini ifade etmem gerekir.
Bir başkasına yardım etme ve faydalı olma niyeti, kimi zaman bireysel tatmin ve manevi olana yönelim dolayısı ile tükenmişlikle baş etmemizi kolaylaştırabilir. Ancak tersine her ne olursa olsun, baş edebileceğimizden fazla iş yükünün yanı sıra aylarca süren karmaşa ve duyduğumuz derin üzüntü, bizi tükenmişliğe daha fazla yaklaştırabilir. Bu kitap dolaylı olarak bu sorunun cevabını da içerdiği için sonuçları dikkate değer.
Sürecin doğrudan bir parçası olmamın kattığı etnografik kodların, çalışmayı anlamlı kıldığına inancımın okuyucuya da geçmesini dilerim.