Dil/lisan dediğimiz hâdise ta ilk insan, ilk atamız ile başlayan bir mesele. Çünkü konuşmak insanoğluna bahşedilmiş bir vasıf, bir husûsiyet. Konuşmak için kelimelere, kelimelerin gelişmesi için de isimlere ihtiyaç vardır.
Allah Teâlâ Hz. Adem (as) nezdinde insanoğluna isim bulma, isim koyma vasfı, kabiliyeti bahşetmiş ve Ådem (as) kendine has yaratılan lisanla bu işi yapmıştır. Daha sonraki nesiller yine Allah (cc)'ın bahşettiği bu kabiliyet ve ilimle kendilerine has lisanlarla isimlendirmeler yapmıştır.
Şu da bir gerçektir ki, dili/lisanı zengin kavimler başarılı ve üstün bir medeni- yet kurmuşlardır. Bunda zayıf olanlar ve o medeniyetlerin yakınında bulunan kavimler ise onların gölgesinde kalmışlardır.
Türkçe dünyanın en eski ve en çok konuşulan dillerinden birisidir. Türk boyları Anayurtlarından çevre ülkelere yayılarak hem diğer kültürlere tesir etmişler hem de kendileri o kültürlerden istifâde etmişlerdir. Mâzisinin derinliği ve yaygınlığı diğer dillerle ilişkisini kuvvetlendirmiştir.
Türkçenin başka dillerle etkileşimi sanılandan çok daha seviyeli ve derinliklidir. İslâm ile müşerref olan Türkler önce Farsça, daha sonra Arapça dilinden önemli nisbette etkilenmiştir. Osmanlı'nın son dönemlerinde ise bilhassa aydın kesim vâsıtasıyla Batı dilleri revaçta olmuştur. Bu durum Türkçeyi daha da zenginleştirmiştir. Lâkin Osmanlı'nın zayıflaması, gerilemesi ve medeniyeti elinde tutamaması gibi sebeplerle büyük yara almıştır. Osmanlı'da başlayıp Cumhûriyet ile birlikte zirve yapan 'aydın sapması' tesiriyle bu sefer de Batı hayranlığı başlamış ve 'dil medeniyetimiz' çürük bir hülyâ ile perişan edilmiştir.
Bu çalışma ile nesillerimize dilimiz olan Türkçenin sıradan bir dil olmadığı, onun tarihin akışı içerisinde zengin bir yeri olduğu anlatılmak istenmektedir. Bu durum diğer dillerden alınarak Türkçeleştirilmiş kelimelerde kendini sarahatle göstermektedir. Yeter ki 'Yaşayan Güzel Türkçemiz'e gerekli ihtimamı gösterelim ve taklitçilik hevesine kapılarak dilimize bîgâne kalmayalım.
Dil/lisan dediğimiz hâdise ta ilk insan, ilk atamız ile başlayan bir mesele. Çünkü konuşmak insanoğluna bahşedilmiş bir vasıf, bir husûsiyet. Konuşmak için kelimelere, kelimelerin gelişmesi için de isimlere ihtiyaç vardır.
Allah Teâlâ Hz. Adem (as) nezdinde insanoğluna isim bulma, isim koyma vasfı, kabiliyeti bahşetmiş ve Ådem (as) kendine has yaratılan lisanla bu işi yapmıştır. Daha sonraki nesiller yine Allah (cc)'ın bahşettiği bu kabiliyet ve ilimle kendilerine has lisanlarla isimlendirmeler yapmıştır.
Şu da bir gerçektir ki, dili/lisanı zengin kavimler başarılı ve üstün bir medeni- yet kurmuşlardır. Bunda zayıf olanlar ve o medeniyetlerin yakınında bulunan kavimler ise onların gölgesinde kalmışlardır.
Türkçe dünyanın en eski ve en çok konuşulan dillerinden birisidir. Türk boyları Anayurtlarından çevre ülkelere yayılarak hem diğer kültürlere tesir etmişler hem de kendileri o kültürlerden istifâde etmişlerdir. Mâzisinin derinliği ve yaygınlığı diğer dillerle ilişkisini kuvvetlendirmiştir.
Türkçenin başka dillerle etkileşimi sanılandan çok daha seviyeli ve derinliklidir. İslâm ile müşerref olan Türkler önce Farsça, daha sonra Arapça dilinden önemli nisbette etkilenmiştir. Osmanlı'nın son dönemlerinde ise bilhassa aydın kesim vâsıtasıyla Batı dilleri revaçta olmuştur. Bu durum Türkçeyi daha da zenginleştirmiştir. Lâkin Osmanlı'nın zayıflaması, gerilemesi ve medeniyeti elinde tutamaması gibi sebeplerle büyük yara almıştır. Osmanlı'da başlayıp Cumhûriyet ile birlikte zirve yapan 'aydın sapması' tesiriyle bu sefer de Batı hayranlığı başlamış ve 'dil medeniyetimiz' çürük bir hülyâ ile perişan edilmiştir.
Bu çalışma ile nesillerimize dilimiz olan Türkçenin sıradan bir dil olmadığı, onun tarihin akışı içerisinde zengin bir yeri olduğu anlatılmak istenmektedir. Bu durum diğer dillerden alınarak Türkçeleştirilmiş kelimelerde kendini sarahatle göstermektedir. Yeter ki 'Yaşayan Güzel Türkçemiz'e gerekli ihtimamı gösterelim ve taklitçilik hevesine kapılarak dilimize bîgâne kalmayalım.