1963'ten bugüne adeta yalnızca bir tek bildiri yazılmış gibidir. Kendi BİR oluşunu devletin tevhidi olmaksızın fark edemeyen, kavrayamayan, ancak devlete kaçtıkça kendi BİR oluşunu mümkün kılan çoğulluğunu devletin BİR'liğine terk eden tek bir bildiri sürekli yazılıyor gibidir. Bildiri yayınlayan Alevi aktörler devleti daimi bir sözleşme yapmaya ikna etmeye, bir ahit imzalamaya çağrı çıkarmaktan vazgeçmezler. Ancak ahdi yapacak taraflar arasında asla ve kat'a bir denklik tasavvur etmezler; devletin büyüklüğü ve yüceliğini baştan veri sayarlar. Çünkü kendilerinin bir bünyeleri olduğundan, bu bünyenin siyasallığından çoktan vazgeçmişlerdir.
Bu anlamda Alevilerin devlet tahayyülü zaten çoktan bir sözleşmeyle doğmuş olan o büyük, kudretli tanrıyı kendileriyle bir sözleşmeye çağırabilecekleri bir fail olarak görmeleriyle ilgilidir ve bu ne büyük bir yanılsamadır: Bu büyük yanılsama bile, her ne kadar unutulmuş, imha edilmiş, ettirilmiş olsa da Alevi toplulukların, figürlerin, faillerin dünyasında, kendilerini hala bir siyasal bünye olarak görmenin ipuçlarını, izlerini, artıklarını içermiyor mu; devletle ne kadar takıntılı olunursa olunsun, devletin dışında bir dirimselliğin göz kırpıp durduğunu göstermiyor mu, belki de asla öldürülemeyecek bir dirimselliğin? Belki de bu kadar iyimserlik fazladır: 1963'te, Orta Anadolu'nun şirin, üstündeki elbise kendine uyan küçük bir şehrinin havasına tezat, Ankara'da gözlerini açan bir musibetin, bu kez 2017'de sarıldıklarıyla birlikte ateşe verilenlerin küllerini taşıyan Malya ovasının düzünde, Hacıbektaş'ta yeniden hayat bulduğuna bakılırsa…
1963'ten bugüne adeta yalnızca bir tek bildiri yazılmış gibidir. Kendi BİR oluşunu devletin tevhidi olmaksızın fark edemeyen, kavrayamayan, ancak devlete kaçtıkça kendi BİR oluşunu mümkün kılan çoğulluğunu devletin BİR'liğine terk eden tek bir bildiri sürekli yazılıyor gibidir. Bildiri yayınlayan Alevi aktörler devleti daimi bir sözleşme yapmaya ikna etmeye, bir ahit imzalamaya çağrı çıkarmaktan vazgeçmezler. Ancak ahdi yapacak taraflar arasında asla ve kat'a bir denklik tasavvur etmezler; devletin büyüklüğü ve yüceliğini baştan veri sayarlar. Çünkü kendilerinin bir bünyeleri olduğundan, bu bünyenin siyasallığından çoktan vazgeçmişlerdir.
Bu anlamda Alevilerin devlet tahayyülü zaten çoktan bir sözleşmeyle doğmuş olan o büyük, kudretli tanrıyı kendileriyle bir sözleşmeye çağırabilecekleri bir fail olarak görmeleriyle ilgilidir ve bu ne büyük bir yanılsamadır: Bu büyük yanılsama bile, her ne kadar unutulmuş, imha edilmiş, ettirilmiş olsa da Alevi toplulukların, figürlerin, faillerin dünyasında, kendilerini hala bir siyasal bünye olarak görmenin ipuçlarını, izlerini, artıklarını içermiyor mu; devletle ne kadar takıntılı olunursa olunsun, devletin dışında bir dirimselliğin göz kırpıp durduğunu göstermiyor mu, belki de asla öldürülemeyecek bir dirimselliğin? Belki de bu kadar iyimserlik fazladır: 1963'te, Orta Anadolu'nun şirin, üstündeki elbise kendine uyan küçük bir şehrinin havasına tezat, Ankara'da gözlerini açan bir musibetin, bu kez 2017'de sarıldıklarıyla birlikte ateşe verilenlerin küllerini taşıyan Malya ovasının düzünde, Hacıbektaş'ta yeniden hayat bulduğuna bakılırsa…