Medeniyetimizin yapı taşı “aşk”tır ve aşksız kaldıkça gerek birbirimizle gerek eşya ile ilişkilerimiz bozulmaktadır. Bu ilişkileri ayakta tutan temel ölçüt kaybolduktan sonra gün yüzüne çıkan “sorunlar” ise aslında birer semptomdan ibarettir. Kök mesele çözülmedikçe, meseleler zamanın ruhuna göre yeni kılıklara bürünerek karşımıza çıkacak ve toplumsal inşa sürecimiz akamete uğramaya devam edecektir.
Fatmanur Altun, Aşk Bitti Yapı Paydos’ta günümüz dünyasında karşı karşıya kaldığımız toplumsal problemlerin kaynağına ışık tutuyor. “Aşk yoksunluğu” olarak da ifade edebileceğimiz başlangıç noktasından yola çıkan yazar, insan ilişkilerini bir sevgi, bağlılık ve destek ağı olmaktan çıkarıp şikâyet ve eleştiri kaynağına dönüştüren gelişmeleri konu ediniyor. Yaşam koşulları, geçim sıkıntısı, gündelik hayatın meşgalesi, sürekli pompalanan tüketim çılgınlığı, durup düşünmeye fırsat bırakmayan medya araçları derken kaybettiğimiz ufuk çizgisini yeniden bulmaya çalışıyor. Fertlerin iç dünyasından başlayarak kadın-erkek ilişkilerine ardından yuvaya, aileye ve çocuklara, en nihayetinde modern hayatın işleyişine ve insanın bu kurgu içinde var olma çabasına odaklanıyor. Bunu yaparken de ezberden konuşmuyor, “Eski günler ne güzeldi!” kolaycılığına kaçmıyor.
Medeniyetimizin yapı taşı “aşk”tır ve aşksız kaldıkça gerek birbirimizle gerek eşya ile ilişkilerimiz bozulmaktadır. Bu ilişkileri ayakta tutan temel ölçüt kaybolduktan sonra gün yüzüne çıkan “sorunlar” ise aslında birer semptomdan ibarettir. Kök mesele çözülmedikçe, meseleler zamanın ruhuna göre yeni kılıklara bürünerek karşımıza çıkacak ve toplumsal inşa sürecimiz akamete uğramaya devam edecektir.
Fatmanur Altun, Aşk Bitti Yapı Paydos’ta günümüz dünyasında karşı karşıya kaldığımız toplumsal problemlerin kaynağına ışık tutuyor. “Aşk yoksunluğu” olarak da ifade edebileceğimiz başlangıç noktasından yola çıkan yazar, insan ilişkilerini bir sevgi, bağlılık ve destek ağı olmaktan çıkarıp şikâyet ve eleştiri kaynağına dönüştüren gelişmeleri konu ediniyor. Yaşam koşulları, geçim sıkıntısı, gündelik hayatın meşgalesi, sürekli pompalanan tüketim çılgınlığı, durup düşünmeye fırsat bırakmayan medya araçları derken kaybettiğimiz ufuk çizgisini yeniden bulmaya çalışıyor. Fertlerin iç dünyasından başlayarak kadın-erkek ilişkilerine ardından yuvaya, aileye ve çocuklara, en nihayetinde modern hayatın işleyişine ve insanın bu kurgu içinde var olma çabasına odaklanıyor. Bunu yaparken de ezberden konuşmuyor, “Eski günler ne güzeldi!” kolaycılığına kaçmıyor.