Sovyet sonrası dönem daha ziyade siyasal bir perspektiften ele alınmıştır. Buna mukabil Sovyet sonrası alanda yaşanan dönüşümün toplumsal yönü ihmal edilip gerektiği kadar analiz edilmemiştir. Elbette bu sosyal dönüşümü hakkıyla gözleyebilmek, dahası olgusal verilere ulaşabilmek için bir müddet daha izlemede kalmak ve yeni dönemin içselleştirilip olgunluğa erişmesini beklemek icap eder. Ancak bu sabrı gösterirken şimdiye kadar yaşananlara bakmakta bir sakınca bulunmasa gerektir.
Sovyetler Birliği’nin dağılışı ile bağımsızlıklarını elde eden Türk cumhuriyetleri gecikmiş uluslarının inşası için puslu tarih atlasının sayfaları arasında tarihsel kimliklerinin keşfine başlamıştır. Zira yaklaşık yetmiş yıl boyunca toprak ve dil temelinde kurgulanan irrealist kimliklere sahiptiler. Bu çalışma Sovyet sonrası coğrafyada, Azerbaycan ve Kazakistan’ın nevi şahsına münhasır uluslaşma modellerinin hangi dinamikler üzerine ikame edildiğini ulusal semboller üzerinden ortaya çıkarmayı amaç edinmektedir.
Sovyetlerden devralınan işlevsel devlet aygıtlarının mekanik çarkları saf ulusçuluk yağıyla çalışabilecek miydi? Çarlık ve Sovyet hegemonyalarının çöküntüsü altından ulusal kimliğe yönelik hatıralar ne ölçüde canlılığını korumaktaydı? Eğer bir hafıza kaybı söz konusu ise ulus hangi geçmişe dayandırılmıştır? Yoksa ulusal kültür ve bilinç, üzeri örtük de olsa şuur altında varlığını bir biçimde devam ettirebilmiş miydi?
Bu bağlamda tarihsel süreçte aynı etnik ve kültürel kökenden gelen iki devletin farklı milliyetçilik söylemlerine özne olmasının altında yatan sebepler irdelenmektedir. Eser bu yönüyle salt tarihyazımsal bir soruna eğilmiyor aynı zamanda alt notalarda siyaset, göstergebilim ve sosyal antropolojiye hizmet etme gayesi de taşıyor.
Sovyet sonrası dönem daha ziyade siyasal bir perspektiften ele alınmıştır. Buna mukabil Sovyet sonrası alanda yaşanan dönüşümün toplumsal yönü ihmal edilip gerektiği kadar analiz edilmemiştir. Elbette bu sosyal dönüşümü hakkıyla gözleyebilmek, dahası olgusal verilere ulaşabilmek için bir müddet daha izlemede kalmak ve yeni dönemin içselleştirilip olgunluğa erişmesini beklemek icap eder. Ancak bu sabrı gösterirken şimdiye kadar yaşananlara bakmakta bir sakınca bulunmasa gerektir.
Sovyetler Birliği’nin dağılışı ile bağımsızlıklarını elde eden Türk cumhuriyetleri gecikmiş uluslarının inşası için puslu tarih atlasının sayfaları arasında tarihsel kimliklerinin keşfine başlamıştır. Zira yaklaşık yetmiş yıl boyunca toprak ve dil temelinde kurgulanan irrealist kimliklere sahiptiler. Bu çalışma Sovyet sonrası coğrafyada, Azerbaycan ve Kazakistan’ın nevi şahsına münhasır uluslaşma modellerinin hangi dinamikler üzerine ikame edildiğini ulusal semboller üzerinden ortaya çıkarmayı amaç edinmektedir.
Sovyetlerden devralınan işlevsel devlet aygıtlarının mekanik çarkları saf ulusçuluk yağıyla çalışabilecek miydi? Çarlık ve Sovyet hegemonyalarının çöküntüsü altından ulusal kimliğe yönelik hatıralar ne ölçüde canlılığını korumaktaydı? Eğer bir hafıza kaybı söz konusu ise ulus hangi geçmişe dayandırılmıştır? Yoksa ulusal kültür ve bilinç, üzeri örtük de olsa şuur altında varlığını bir biçimde devam ettirebilmiş miydi?
Bu bağlamda tarihsel süreçte aynı etnik ve kültürel kökenden gelen iki devletin farklı milliyetçilik söylemlerine özne olmasının altında yatan sebepler irdelenmektedir. Eser bu yönüyle salt tarihyazımsal bir soruna eğilmiyor aynı zamanda alt notalarda siyaset, göstergebilim ve sosyal antropolojiye hizmet etme gayesi de taşıyor.