İslâmi bilim çağının binbir yılını kapsayan bir “binbir gece” hikâyesi Bağdat ve Isfahan. Odaklandığı farklı karakter ve anlatılarla oldukça büyülü bir roman, “bir biçimde gerçeğe tekabül etmeyen hiçbir satırının” bulunmayışıyla da son derece ayakları yere basan bir tarih anlatısı.
Elaheh Kheirandish, bir “tarihî roman” olarak sunduğu bu kitapta İslâmi bilim çağının iki önemli merkezi olan Bağdat ve Isfahan şehirlerinin bilim serencamına odaklanıyor. Şans eseri eline geçen bir münazara el yazmasından yola çıkarak bilim çağında Arap ve Acem’in bu iki merkez şehrinin tarihsel diyaloğunu gözler önüne seriyor. Charles Dickens’ın Paris ve Londra’yı anlattığı İki Şehrin Hikayesi’nden farklı ama bir noktada ona benzer şekilde kurguladığı anlatısıyla entelektüel düşünce merkezleri olan bu iki şehri, birbirine paralel hikâyeler ve seslerle adeta konuşturuyor. Arap-Acem, Sünni-Şii, Abbasi hilafeti (750-1258)-Safevi hanedanlığı (1501-1722) gibi karşıtlıkların gölgesinde Bağdat ve Isfahan’ın birbirini nasıl beslediğini ama aynı zamanda birbiriyle nasıl yarıştığını, Bağdat’ın bilim merkezi olarak yükselirken öte yandan Isfahan’ın nasıl çöktüğünü gözler önüne seriyor. Üstelik Kheirandish yalnızca Bağdat ve Isfahan şehirlerinin bilime olan katkısını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda İslâm topraklarında bilginin nasıl üretilip dönüştürüldüğünün ve buradan Avrupa’ya yayıldığının hikâyesini de anlatıyor.
İslâmi bilim çağının binbir yılını kapsayan bir “binbir gece” hikâyesi Bağdat ve Isfahan. Odaklandığı farklı karakter ve anlatılarla oldukça büyülü bir roman, “bir biçimde gerçeğe tekabül etmeyen hiçbir satırının” bulunmayışıyla da son derece ayakları yere basan bir tarih anlatısı.
Elaheh Kheirandish, bir “tarihî roman” olarak sunduğu bu kitapta İslâmi bilim çağının iki önemli merkezi olan Bağdat ve Isfahan şehirlerinin bilim serencamına odaklanıyor. Şans eseri eline geçen bir münazara el yazmasından yola çıkarak bilim çağında Arap ve Acem’in bu iki merkez şehrinin tarihsel diyaloğunu gözler önüne seriyor. Charles Dickens’ın Paris ve Londra’yı anlattığı İki Şehrin Hikayesi’nden farklı ama bir noktada ona benzer şekilde kurguladığı anlatısıyla entelektüel düşünce merkezleri olan bu iki şehri, birbirine paralel hikâyeler ve seslerle adeta konuşturuyor. Arap-Acem, Sünni-Şii, Abbasi hilafeti (750-1258)-Safevi hanedanlığı (1501-1722) gibi karşıtlıkların gölgesinde Bağdat ve Isfahan’ın birbirini nasıl beslediğini ama aynı zamanda birbiriyle nasıl yarıştığını, Bağdat’ın bilim merkezi olarak yükselirken öte yandan Isfahan’ın nasıl çöktüğünü gözler önüne seriyor. Üstelik Kheirandish yalnızca Bağdat ve Isfahan şehirlerinin bilime olan katkısını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda İslâm topraklarında bilginin nasıl üretilip dönüştürüldüğünün ve buradan Avrupa’ya yayıldığının hikâyesini de anlatıyor.