“Daha önce tatmadığım bir korku tarafından ele geçirilmiştim. Aşk acısı denen şeyin bir parçası mıydı bu da? Issızlığın ortasında dikilirken güneş batmıştı ve gecenin çiyi üstüme yağarken ölmekten başka çarem yokmuş gibi hissettim.”
Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai’nin savaş sonrası manevi bağları kopmuş bir Japonya’yı arka planına yerleştirdiği romanı Batan Güneş yayımlanır yayımlanmaz sansasyon yarattı. Dazai’nin şair sevgilisi Şizuko Ota’yla yaşadıklarından ve onun günlüklerinden faydalanarak kaleme aldığı roman, küçük bir ailenin adım adım yıkıma nasıl gittiğini gözler önüne seriyor.
Bir zamanlar zengin olan aristokrat bir ailenin 29 yaşındaki kızı Kazuko ve annesi, Tokyo’daki lüks evlerini satıp İzu Yarımadası’ndaki bir evde kıt kanaat yaşamaya çalışırlar. Ancak kırılgan bir dengeye oturmuş hayatları, Kazuko’nun İkinci Dünya Savaşı’nda kaybolmuş erkek kardeşi Naoci’nin dönüşüyle altüst olur. Annesinin sağlığı giderek kötüleşir ve tüm paraları Naoci’nin Tokyo gezilerinde çarçur olurken Kazuko da gönlünü alkolik bir yazara kaptıracak ve başına gelenler topluma karşı hissettiği yabancılaşmayı giderek derinleştirecektir.
“Daha önce tatmadığım bir korku tarafından ele geçirilmiştim. Aşk acısı denen şeyin bir parçası mıydı bu da? Issızlığın ortasında dikilirken güneş batmıştı ve gecenin çiyi üstüme yağarken ölmekten başka çarem yokmuş gibi hissettim.”
Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının önde gelen yazarlarından, sıradışı hayatıyla da meşhur Osamu Dazai’nin savaş sonrası manevi bağları kopmuş bir Japonya’yı arka planına yerleştirdiği romanı Batan Güneş yayımlanır yayımlanmaz sansasyon yarattı. Dazai’nin şair sevgilisi Şizuko Ota’yla yaşadıklarından ve onun günlüklerinden faydalanarak kaleme aldığı roman, küçük bir ailenin adım adım yıkıma nasıl gittiğini gözler önüne seriyor.
Bir zamanlar zengin olan aristokrat bir ailenin 29 yaşındaki kızı Kazuko ve annesi, Tokyo’daki lüks evlerini satıp İzu Yarımadası’ndaki bir evde kıt kanaat yaşamaya çalışırlar. Ancak kırılgan bir dengeye oturmuş hayatları, Kazuko’nun İkinci Dünya Savaşı’nda kaybolmuş erkek kardeşi Naoci’nin dönüşüyle altüst olur. Annesinin sağlığı giderek kötüleşir ve tüm paraları Naoci’nin Tokyo gezilerinde çarçur olurken Kazuko da gönlünü alkolik bir yazara kaptıracak ve başına gelenler topluma karşı hissettiği yabancılaşmayı giderek derinleştirecektir.