Muazzez Çörtelek, Tuğla Harmanı, romanından sonra bu kez öyküleriyle karşımızda. O öyküler ki, satır aralarında anılara yüklenerek içini döküyorlar okura. Bir gölgenin rüyası olarak dolaşan bir kadın, Sarmaşık Sokağı’nı geçip Portekizli şair Pessoa’nın bir şiiriyle buluşmaya gidiyor. Öyle günler ki anlatılan, gazoz kapaklarının altındaki karaca resimleri evlilik müjdesine dönüşüyor. Yeni alınan bir minibüs konu komşuyu mehtap seyretmeye götürmek için gerekçe oluyor. Onca gürültü patırtı arasında kelebeklerin kanat sesini duyanlar çıkıyor tek tük. Telefonla veriliyor ölüm haberi on dokuz yaşındaki bir kedinin. Hane halkından birininmiş gibi. Güzelim jakaranda ağacının dökülen yaprakları yerde bir Pollock tablosu yaratıyor. Somut ve soyut bir arada. Bir kuyunun dibinden İstanbul’a dağılan dehlizler bir çocuğun hayaline bağlanıyor sonunda. Çörtelek, insana yakışan duygularla örülmüş bir dünyayı anlatıyor yine bize. Sadelik ve incelikle.
Üniversite öğrencisi siyah, uzun saçlı bir kız elindeki kitap listesini uzatıyor kitap satıcısına. “Ne uzun bir liste bu, en güzel kitaplarımızı alıp götürüyorsunuz,” diyor adam gülümsemesini gizlemeden. Öykü kokan kocaman paketleri taşımak için de kıza yardım ediyor. Çörtelek, başka öykülerinin içine saklamış olsa da tümceleri, ben aralarındaki konuşmayı duyar gibi oluyorum:
“Söyler misiniz, kumruların gözlerinin kırmızı olduğunu bilen kaç yazar kaldı şu kanadı kırık dünyada?” diyor genç kız. “Çok az!” diye yanıtlıyor adam ve ekliyor: “Ben de sormak isterim size, kadınlar neden yazdıkları her mektubu göndermezler?” Sonra karşı kaldırıma geçiyorlar aceleyle, kızın yanıtını duyamıyorum. Duymak için de “Belki de Bir Rüya Değildi”yi okuyorum. – Akgün Akova
Muazzez Çörtelek, Tuğla Harmanı, romanından sonra bu kez öyküleriyle karşımızda. O öyküler ki, satır aralarında anılara yüklenerek içini döküyorlar okura. Bir gölgenin rüyası olarak dolaşan bir kadın, Sarmaşık Sokağı’nı geçip Portekizli şair Pessoa’nın bir şiiriyle buluşmaya gidiyor. Öyle günler ki anlatılan, gazoz kapaklarının altındaki karaca resimleri evlilik müjdesine dönüşüyor. Yeni alınan bir minibüs konu komşuyu mehtap seyretmeye götürmek için gerekçe oluyor. Onca gürültü patırtı arasında kelebeklerin kanat sesini duyanlar çıkıyor tek tük. Telefonla veriliyor ölüm haberi on dokuz yaşındaki bir kedinin. Hane halkından birininmiş gibi. Güzelim jakaranda ağacının dökülen yaprakları yerde bir Pollock tablosu yaratıyor. Somut ve soyut bir arada. Bir kuyunun dibinden İstanbul’a dağılan dehlizler bir çocuğun hayaline bağlanıyor sonunda. Çörtelek, insana yakışan duygularla örülmüş bir dünyayı anlatıyor yine bize. Sadelik ve incelikle.
Üniversite öğrencisi siyah, uzun saçlı bir kız elindeki kitap listesini uzatıyor kitap satıcısına. “Ne uzun bir liste bu, en güzel kitaplarımızı alıp götürüyorsunuz,” diyor adam gülümsemesini gizlemeden. Öykü kokan kocaman paketleri taşımak için de kıza yardım ediyor. Çörtelek, başka öykülerinin içine saklamış olsa da tümceleri, ben aralarındaki konuşmayı duyar gibi oluyorum:
“Söyler misiniz, kumruların gözlerinin kırmızı olduğunu bilen kaç yazar kaldı şu kanadı kırık dünyada?” diyor genç kız. “Çok az!” diye yanıtlıyor adam ve ekliyor: “Ben de sormak isterim size, kadınlar neden yazdıkları her mektubu göndermezler?” Sonra karşı kaldırıma geçiyorlar aceleyle, kızın yanıtını duyamıyorum. Duymak için de “Belki de Bir Rüya Değildi”yi okuyorum. – Akgün Akova