Bilim iletişimi, iklim değişikliğinden yapay zekaya ve genetik modifikasyona kadar pek çok alanda insanları her zamankinden daha fazla etkileyerek 21. yüzyıl toplumlarının yaşamlarının merkezinde yer almaktadır. Tarihsel olaylar, sosyal değişimler, uygulama ve araştırma alanlarının çeşitlenmesi bilim iletişiminin gelişimini etkilese de bir meslek ve çalışma alanı olarak nispeten genç sayılabilecek bir alan olma özelliğini sürdürmektedir.
Geçtiğimiz son iki yılda yaşadığımız pandeminin belki de en olumlu etkisi bilim ve bilimsel araştırmanın, kısmen de olsa bu süreçte hızlı tepki vermesi ve kamuoyunda bilim iletişimi içeriklerine ilginin artış göstermesidir. Ancak içinden geçtiğimiz bu tarihsel süreç aynı zamanda bu alandaki çalışmaların yetersizliğini de ortaya koymaktadır. Özellikle bilim insanlarının alışkın olmadıkları bir kamuoyuna maruz kalmaları, toplumun beklentilerine aynı oranda karşılık verilememesi ve yerleşik bir bakış açısı ile hareket edilememesi gibi pek çok zorlukla karşılaşılmıştır.
Bilim iletişimi pratiklerinin çeşitlilik göstermesi, bu alandaki politikaların ve kurumsal yaklaşımların değişkenliği alana yerleşik bir bakış açısı sunmada önemli zorlukları da beraberinde getirmektedir. Bu durum bazıları için, bilim iletişiminin başlıca çekincelerinden birini oluştursa da aslında hareketli ve çok parçalı sınırları ile entelektüel bir alan olarak karşımıza çıkmakta ve halen gelişmekte olması onu farklı disiplinler için de ilgi çekici kılmaktadır. Bu bağlamda kitap farklı disiplinlerin perspektifinden konuyu ele almakta ve güncel pratikler üzerinden yola çıkarak Bilim İletişiminin izini sürmektedir. Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların ne yönde şekillenebileceği konusuna da ışık tutan çalışma, dijital dönüşümün rolünü ve alanın mevcut sorunlarını bu pratikler üzerinden eleştirel bakış açısıyla değerlendirmektedir.
Bilim iletişimi, iklim değişikliğinden yapay zekaya ve genetik modifikasyona kadar pek çok alanda insanları her zamankinden daha fazla etkileyerek 21. yüzyıl toplumlarının yaşamlarının merkezinde yer almaktadır. Tarihsel olaylar, sosyal değişimler, uygulama ve araştırma alanlarının çeşitlenmesi bilim iletişiminin gelişimini etkilese de bir meslek ve çalışma alanı olarak nispeten genç sayılabilecek bir alan olma özelliğini sürdürmektedir.
Geçtiğimiz son iki yılda yaşadığımız pandeminin belki de en olumlu etkisi bilim ve bilimsel araştırmanın, kısmen de olsa bu süreçte hızlı tepki vermesi ve kamuoyunda bilim iletişimi içeriklerine ilginin artış göstermesidir. Ancak içinden geçtiğimiz bu tarihsel süreç aynı zamanda bu alandaki çalışmaların yetersizliğini de ortaya koymaktadır. Özellikle bilim insanlarının alışkın olmadıkları bir kamuoyuna maruz kalmaları, toplumun beklentilerine aynı oranda karşılık verilememesi ve yerleşik bir bakış açısı ile hareket edilememesi gibi pek çok zorlukla karşılaşılmıştır.
Bilim iletişimi pratiklerinin çeşitlilik göstermesi, bu alandaki politikaların ve kurumsal yaklaşımların değişkenliği alana yerleşik bir bakış açısı sunmada önemli zorlukları da beraberinde getirmektedir. Bu durum bazıları için, bilim iletişiminin başlıca çekincelerinden birini oluştursa da aslında hareketli ve çok parçalı sınırları ile entelektüel bir alan olarak karşımıza çıkmakta ve halen gelişmekte olması onu farklı disiplinler için de ilgi çekici kılmaktadır. Bu bağlamda kitap farklı disiplinlerin perspektifinden konuyu ele almakta ve güncel pratikler üzerinden yola çıkarak Bilim İletişiminin izini sürmektedir. Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların ne yönde şekillenebileceği konusuna da ışık tutan çalışma, dijital dönüşümün rolünü ve alanın mevcut sorunlarını bu pratikler üzerinden eleştirel bakış açısıyla değerlendirmektedir.