Çağlayan Yılmaz Seti (6 Kitap)

Stok Kodu:
9785008912397
Boyut:
14x21
Sayfa Sayısı:
2312
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2020-03
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
2. Hamur
Kategori:
%30 indirimli
1.260,00TL
882,00TL
Taksitli fiyat: 9 x 107,80TL
KARGO BEDAVA
Temin süresi 2-5 gündür.
9785008912397
836560
Çağlayan Yılmaz Seti (6 Kitap)
Çağlayan Yılmaz Seti (6 Kitap)
882.00

Yafes'in Kıcılı (328 sayfa)

Türkler “Barak” derlerdi, kara tüylü köpeğe,
Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe.
Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı.
Onu da köpeklerin, atası sayarlardı.
Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,
Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi.
Kuzey-batı Asya’da güya “İt-Barak” vardı,
Türklerse İç Asya’da, onlara uzaklardı.
Başları köpek imiş, vücutları insanmış,
Renkleriyse karaymış, sanki Kara Şeytanmış.
Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş,
İlâç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş.
Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti,
Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti.
On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi.
Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi.
Oğuz bu bölgeleri, “Kıpçak-Beğ”e il verdi,
Bunun için Türkler de oraya “Kıpçak” derdi…
-Oğuz Kağan Destanı

Atalar Cengi (376 sayfa)

Kutlu yolda ilerleyen korkusuz yiğitler, toprağı adımlarıyla titretti. Ay, gecelerine yol gösteren oldu. Tüm insanlık bu cengi bekledi. Üç taraf vardı: Gök Tanrı’nın orduları, Karanlık Ülke ve korkaklar!

Koca koca taşlardan yaptıkları saraylarına, kalelerine sinen krallar ve hanlar, kalabalık ordularına rağmen asla cesur olamadılar. Karanlık Ülke’ye karşı yürüyebilenler sadece tunç yürekli, çelik bilekli Türklerdi. Yeryüzünü karanlığa çevirmek, toprakları kanla sulamak isteyenlere karşı geceyi pusatlarının ışıltılarıyla aydınlattılar.

Onlar, içlerinde bozkırın vahşi kurdunu taşıyan, Gökbörü’nün yolunda ölüme yürüyenlerdi. Her şeyi ulusları, toprakları ve soyları için yaptılar. Gelecek, pusatlarının ucundaydı. Toprağa düşen her damla lanetlenmiş kan, acunun geleceğini aydınlatan bir meşale olacaktı!
Gök Tanrı’nın orduları, o gece, Tamu’nun pençelerine karşı cenk etti. Acunu dize getirenler, Karanlık’ın ordularını yok ettiler…

Oz'un Kalbi Mu Kıtası (384 sayfa)

Boğa olmasaydı, Oz uçsuz denizlerde nasıl hüküm sürerdi? Karanlık dalgaların arasına gizlenen kötülükten insanlarını nasıl korur, denizlerin acununa nasıl adalet getirirdi?

Börü olmasaydı, Oz nasıl iz sürer, kinini diri tutar ve intikamını alırdı? Uçsuz bucaksız topraklarda, kendi adaletini nasıl sağlardı?
Gök Geyik olmasaydı, Oz, bilgeliğe nasıl uzanırdı? Işığa nasıl yol gösterici ve insanlığa köprü olurdu?

Aslan olmasaydı, Oz nasıl en büyük olur, düşmanlarının yüreğine korku salardı. Kalbini; Ra-Mu’nun evi, Krallar Kralı’nın Şehri Şalmali’yi nasıl korur, yeryüzünde adaleti nasıl sağlardı?

Gök Çocukları, binlerce yıl yeryüzüne hâkim oldular. Kutsal Dörtlü (Oz Birliği), medeniyetin, sanatın ve refahın merkeziydi. Tüm topraklarda adaleti sağlayanlardı. Bir gün Mu’nun karşısındaki en büyük güç olan Atlantis, yüzyıllar önce yok olmuş Demir Yumruk Birliği’ni, küllerinden, Kuzey’in vahşi krallarıyla yeniden diriltti.

Yeryüzünün seçebileceği iki taraf vardı; Mu ya da Atlantis!

Yedi kutsal güç tekrar savaş için kullanıldı. Tanrı’nın yolunda ilerleyenler, sapkınlara karşı en büyük savaşını verdiler. Kazananı olmayan savaşın sonunda

milyonlarca insan ve medeniyet yok oldu!
Her şey, kalın bir sis perdesinin arkasına gizlenmiş gibi yok oldu!


Börü 1 (408 sayfa)

Bir intikama kaç taht sığabilir?

Acılı parmaklarla yapılmış kaç gösterişli taç, burçlarından kan taşan sarayların pürüzsüz merdivenlerinden yuvarlanabilir?

Hayat Ağacının köklerinde filizlenen kötülük, acunun direğindeki çatlağı zorluyor. Sürek avı gibi insan avlayan canavarlaşmış kralların tahtları sallanıyor!

Kanının sesini dinleyen ve küllere gömülmüş iki hanedanlık, öç ateşiyle yanıp tutuşanları ordularında birleştiriyor.

Büyük mabedin (Göbeklitepe) ve Agarta’nın üstatları, hep bir ağızdan şu soruyu sordular; “O gün geldi mi? Gökyüzünün üç yılanın üzerine kan rengi uyanacağı zaman. Bakir kar örtüsünün taze kanla ısınıp ırmaklara karışacağı an. Rüzgârın şahit olacağı ateşten bir gazabın altından kumları darmadağın edip, taştan tanrılarına sarılan zavallıların yalvaracağı, öç ateşinin yakıldığı o gün geldi mi?

Beklenen cevap Börü Han’ın dudaklarından döküldü;

“Canavarlaşmış kralların yönettiği topraklarda öç, sadece katliamla alınabilir!”

Acun artık kurt ve aslanın pençeleri arasında…

Kandan ırmakların coşkulu sesine kulak verin!


Börü 2 (416 sayfa)

“Ey benim demirden dağlarım!
Yağı külleri savurduğum kadim ormanlarım!
Demirdağın tinleri geldi bu gece ateşimize!
Ey Börüler!
Uluyun…
Parçalayın…
Haykırın!
Börüler ant içtiler yağı kanı akıtmaya!
Ey Ulu Tengri, güç ver gökte doğan oğullarına!
Ey Toprak Ana, yol göster bize ulu kayın ağaçlarınla!
Ey Çakay Han, aydınlat önümüzü,göğü aydınlatan gazap kırbaçlarınla!
Ey Kızagan Tengri, ant içtik adına!
Salınsın kara atlar, çıksın Erlik Han cenk meydanına!”
“Börü, arasına başka savaşçı sokmaz! Börü, karşısındaki ordunun sayısına bakmaz! Börü, dağların efendisi, karanlığın öfkesidir! Börü, her cenge sağ çıkmayacağını bilerek girer! İmkânsızı başarır, yağının kâbusu olur!
Börü olmak için hazır mısınız?”
Ağzında kan tadı varsa, bakışlarında sadece ölümün parıltısı vardır .

Gökkurt (400 sayfa)

Aşinalar, diğer Türk boyları gibi Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra Juan Juanların boyunduruğuna girdiler. Gün geçtikçe güçlenen Aşinalar, Kağan Anakui’yi rahatsız etmeye başladığında umulmadık bir buyruk verdi. Kurtlar, karanlık kuyulara sürüklenmeye başladığında, devri değiştirecek bir ihtilalin ateşi yüreklerde parlayıverdi. Ulu Kara Dağ’ın ulularından, o kutlu günün haberi geldiğinde Gökkurt, işareti ufukta gördü. Başlarını göğe kaldırıp, kutlu bir kağanlık için, kanlarının son damlasına kadar durmayacaklarına ant içtiler. İki kardeş; Bumin ve İstemi… Kutlu bir kağanlık için! Adalet için! Türk için! Göktürk olmak için ölüme yürüdüler! Kutlu bir çağın kapıları, altın başlı gök bayrağın dalgalanışıyla başladı. Pusatı kanlı Börülerin; acı, kan ve kahramanlık dolu mücadelesi… Hiçbir ihtilal bu kadar kanlı ve efsanevi olmadı! Cesaret; Şekilsiz sert bir demirdir. Ruh ise ateştir. Cesaret ve ruh sana kılıcı verir. Damarlarında akan kan da, onu kullanabilme yeteneğini.

Yafes'in Kıcılı (328 sayfa)

Türkler “Barak” derlerdi, kara tüylü köpeğe,
Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe.
Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı.
Onu da köpeklerin, atası sayarlardı.
Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,
Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi.
Kuzey-batı Asya’da güya “İt-Barak” vardı,
Türklerse İç Asya’da, onlara uzaklardı.
Başları köpek imiş, vücutları insanmış,
Renkleriyse karaymış, sanki Kara Şeytanmış.
Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş,
İlâç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş.
Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti,
Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti.
On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi.
Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi.
Oğuz bu bölgeleri, “Kıpçak-Beğ”e il verdi,
Bunun için Türkler de oraya “Kıpçak” derdi…
-Oğuz Kağan Destanı

Atalar Cengi (376 sayfa)

Kutlu yolda ilerleyen korkusuz yiğitler, toprağı adımlarıyla titretti. Ay, gecelerine yol gösteren oldu. Tüm insanlık bu cengi bekledi. Üç taraf vardı: Gök Tanrı’nın orduları, Karanlık Ülke ve korkaklar!

Koca koca taşlardan yaptıkları saraylarına, kalelerine sinen krallar ve hanlar, kalabalık ordularına rağmen asla cesur olamadılar. Karanlık Ülke’ye karşı yürüyebilenler sadece tunç yürekli, çelik bilekli Türklerdi. Yeryüzünü karanlığa çevirmek, toprakları kanla sulamak isteyenlere karşı geceyi pusatlarının ışıltılarıyla aydınlattılar.

Onlar, içlerinde bozkırın vahşi kurdunu taşıyan, Gökbörü’nün yolunda ölüme yürüyenlerdi. Her şeyi ulusları, toprakları ve soyları için yaptılar. Gelecek, pusatlarının ucundaydı. Toprağa düşen her damla lanetlenmiş kan, acunun geleceğini aydınlatan bir meşale olacaktı!
Gök Tanrı’nın orduları, o gece, Tamu’nun pençelerine karşı cenk etti. Acunu dize getirenler, Karanlık’ın ordularını yok ettiler…

Oz'un Kalbi Mu Kıtası (384 sayfa)

Boğa olmasaydı, Oz uçsuz denizlerde nasıl hüküm sürerdi? Karanlık dalgaların arasına gizlenen kötülükten insanlarını nasıl korur, denizlerin acununa nasıl adalet getirirdi?

Börü olmasaydı, Oz nasıl iz sürer, kinini diri tutar ve intikamını alırdı? Uçsuz bucaksız topraklarda, kendi adaletini nasıl sağlardı?
Gök Geyik olmasaydı, Oz, bilgeliğe nasıl uzanırdı? Işığa nasıl yol gösterici ve insanlığa köprü olurdu?

Aslan olmasaydı, Oz nasıl en büyük olur, düşmanlarının yüreğine korku salardı. Kalbini; Ra-Mu’nun evi, Krallar Kralı’nın Şehri Şalmali’yi nasıl korur, yeryüzünde adaleti nasıl sağlardı?

Gök Çocukları, binlerce yıl yeryüzüne hâkim oldular. Kutsal Dörtlü (Oz Birliği), medeniyetin, sanatın ve refahın merkeziydi. Tüm topraklarda adaleti sağlayanlardı. Bir gün Mu’nun karşısındaki en büyük güç olan Atlantis, yüzyıllar önce yok olmuş Demir Yumruk Birliği’ni, küllerinden, Kuzey’in vahşi krallarıyla yeniden diriltti.

Yeryüzünün seçebileceği iki taraf vardı; Mu ya da Atlantis!

Yedi kutsal güç tekrar savaş için kullanıldı. Tanrı’nın yolunda ilerleyenler, sapkınlara karşı en büyük savaşını verdiler. Kazananı olmayan savaşın sonunda

milyonlarca insan ve medeniyet yok oldu!
Her şey, kalın bir sis perdesinin arkasına gizlenmiş gibi yok oldu!


Börü 1 (408 sayfa)

Bir intikama kaç taht sığabilir?

Acılı parmaklarla yapılmış kaç gösterişli taç, burçlarından kan taşan sarayların pürüzsüz merdivenlerinden yuvarlanabilir?

Hayat Ağacının köklerinde filizlenen kötülük, acunun direğindeki çatlağı zorluyor. Sürek avı gibi insan avlayan canavarlaşmış kralların tahtları sallanıyor!

Kanının sesini dinleyen ve küllere gömülmüş iki hanedanlık, öç ateşiyle yanıp tutuşanları ordularında birleştiriyor.

Büyük mabedin (Göbeklitepe) ve Agarta’nın üstatları, hep bir ağızdan şu soruyu sordular; “O gün geldi mi? Gökyüzünün üç yılanın üzerine kan rengi uyanacağı zaman. Bakir kar örtüsünün taze kanla ısınıp ırmaklara karışacağı an. Rüzgârın şahit olacağı ateşten bir gazabın altından kumları darmadağın edip, taştan tanrılarına sarılan zavallıların yalvaracağı, öç ateşinin yakıldığı o gün geldi mi?

Beklenen cevap Börü Han’ın dudaklarından döküldü;

“Canavarlaşmış kralların yönettiği topraklarda öç, sadece katliamla alınabilir!”

Acun artık kurt ve aslanın pençeleri arasında…

Kandan ırmakların coşkulu sesine kulak verin!


Börü 2 (416 sayfa)

“Ey benim demirden dağlarım!
Yağı külleri savurduğum kadim ormanlarım!
Demirdağın tinleri geldi bu gece ateşimize!
Ey Börüler!
Uluyun…
Parçalayın…
Haykırın!
Börüler ant içtiler yağı kanı akıtmaya!
Ey Ulu Tengri, güç ver gökte doğan oğullarına!
Ey Toprak Ana, yol göster bize ulu kayın ağaçlarınla!
Ey Çakay Han, aydınlat önümüzü,göğü aydınlatan gazap kırbaçlarınla!
Ey Kızagan Tengri, ant içtik adına!
Salınsın kara atlar, çıksın Erlik Han cenk meydanına!”
“Börü, arasına başka savaşçı sokmaz! Börü, karşısındaki ordunun sayısına bakmaz! Börü, dağların efendisi, karanlığın öfkesidir! Börü, her cenge sağ çıkmayacağını bilerek girer! İmkânsızı başarır, yağının kâbusu olur!
Börü olmak için hazır mısınız?”
Ağzında kan tadı varsa, bakışlarında sadece ölümün parıltısı vardır .

Gökkurt (400 sayfa)

Aşinalar, diğer Türk boyları gibi Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra Juan Juanların boyunduruğuna girdiler. Gün geçtikçe güçlenen Aşinalar, Kağan Anakui’yi rahatsız etmeye başladığında umulmadık bir buyruk verdi. Kurtlar, karanlık kuyulara sürüklenmeye başladığında, devri değiştirecek bir ihtilalin ateşi yüreklerde parlayıverdi. Ulu Kara Dağ’ın ulularından, o kutlu günün haberi geldiğinde Gökkurt, işareti ufukta gördü. Başlarını göğe kaldırıp, kutlu bir kağanlık için, kanlarının son damlasına kadar durmayacaklarına ant içtiler. İki kardeş; Bumin ve İstemi… Kutlu bir kağanlık için! Adalet için! Türk için! Göktürk olmak için ölüme yürüdüler! Kutlu bir çağın kapıları, altın başlı gök bayrağın dalgalanışıyla başladı. Pusatı kanlı Börülerin; acı, kan ve kahramanlık dolu mücadelesi… Hiçbir ihtilal bu kadar kanlı ve efsanevi olmadı! Cesaret; Şekilsiz sert bir demirdir. Ruh ise ateştir. Cesaret ve ruh sana kılıcı verir. Damarlarında akan kan da, onu kullanabilme yeteneğini.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat