Aslında herkes gibi yaşayıp bunu kabul edemeyen benliğimin yolculuk hikâyeleri bunlar. Sıradan olmayı kabul etmeyen, kendi görünmezliğini “üstün” yeteneklerini ortaya koyarak göstermeye çalışan küçük cahilliğimin kendine attığı anlık bakışlar.
Kendi üstünlüğümü ispatlamaya çalışırken gizliden gizliye, hatta kendimden de gizlice, “sıradanlığımı” kabul etmek zorunda kalışlarım, hatta tam kabul etmişken daha güçlü bir şekilde karşı gelmelerim, tekrar tüm silahlarımı kuşanıp Kaf Dağı’nın zirvesinden diğer “sıradan” olanlara seslenişlerim, orada da barınamayıp yer altında tüm börtü böcekle eş durduğum ruh hallerim, sırt sırta her biri ile ağlayışlarım…
Sanki, onbin parçalık puzzle’ın dışarıda kalan tek ve kayıp parçasıyım. Herkes ve her şey yerli yerinde, bedenimin ve ruhumun bir yere tam geldiği yeri arıyorum. Tüm boşluklara oturmaya, sığışmaya çalışıyorum. Önce resimdeki en afilli yerlere dayıyorum sırtımı, bir kral tacına, bir meleğin kanadına… ama olmuyor, bir kolum dışarıda kalıyor, bu sefer ayak altındaki bir gölgeye sığışmaya çalışıyorum.
Bu gidiş gelişlerin içinde, kendi boşluğumu ararken, ait olduğum yeri ararken… Hiç aramadığım, aradığımı farketmediğim fakat bulduğumda tüm arayışların tatlı bir kahkahaya dönüştüğü, zamanın durduğu, yaşamın başladığı yerdeyim… Şimdilik, şu satırları yazarken!
Kibirimden, utancımdan, yaralarımdan, çaresizliğimden, umudumdan, aşkımdan ve daha ne var ise içimde dönüp dolaşan, tuzağına düştüğüm duygular, baş edemediğim inançlar, karnımdan bildiğim doğrular, rehberliklerim ve fazlası, ayıklamadan koydum buraya.
Ve bunu yapmamın tek bir ilahi sebebi var, “canım istedi!”
Aslında herkes gibi yaşayıp bunu kabul edemeyen benliğimin yolculuk hikâyeleri bunlar. Sıradan olmayı kabul etmeyen, kendi görünmezliğini “üstün” yeteneklerini ortaya koyarak göstermeye çalışan küçük cahilliğimin kendine attığı anlık bakışlar.
Kendi üstünlüğümü ispatlamaya çalışırken gizliden gizliye, hatta kendimden de gizlice, “sıradanlığımı” kabul etmek zorunda kalışlarım, hatta tam kabul etmişken daha güçlü bir şekilde karşı gelmelerim, tekrar tüm silahlarımı kuşanıp Kaf Dağı’nın zirvesinden diğer “sıradan” olanlara seslenişlerim, orada da barınamayıp yer altında tüm börtü böcekle eş durduğum ruh hallerim, sırt sırta her biri ile ağlayışlarım…
Sanki, onbin parçalık puzzle’ın dışarıda kalan tek ve kayıp parçasıyım. Herkes ve her şey yerli yerinde, bedenimin ve ruhumun bir yere tam geldiği yeri arıyorum. Tüm boşluklara oturmaya, sığışmaya çalışıyorum. Önce resimdeki en afilli yerlere dayıyorum sırtımı, bir kral tacına, bir meleğin kanadına… ama olmuyor, bir kolum dışarıda kalıyor, bu sefer ayak altındaki bir gölgeye sığışmaya çalışıyorum.
Bu gidiş gelişlerin içinde, kendi boşluğumu ararken, ait olduğum yeri ararken… Hiç aramadığım, aradığımı farketmediğim fakat bulduğumda tüm arayışların tatlı bir kahkahaya dönüştüğü, zamanın durduğu, yaşamın başladığı yerdeyim… Şimdilik, şu satırları yazarken!
Kibirimden, utancımdan, yaralarımdan, çaresizliğimden, umudumdan, aşkımdan ve daha ne var ise içimde dönüp dolaşan, tuzağına düştüğüm duygular, baş edemediğim inançlar, karnımdan bildiğim doğrular, rehberliklerim ve fazlası, ayıklamadan koydum buraya.
Ve bunu yapmamın tek bir ilahi sebebi var, “canım istedi!”