Hüseyin Rahmi, sert eleştirilerinde kalemini esirgemediği Can Pazarı’nda, dönemin İstanbul’unda yozlaşmış toplumu gözler önüne seriyor.
Gürpınar; hayatın bir kavga olduğu, güçlünün zayıfı ezdiği, adaletin bir türlü sağlanamadığı, bu yüzden aç kalmamak için çalmanın, aldatmanın, dolandırmanın meşru görülebileceğini savunan Yavuzlar Çetesi ile eşitsizliği irdelerken; Nasıh Bey-Nafia Hanım çifti ile İrfan Bey-Halâvet Hanım çifti arasında eşlerin değiştiği bir ilişki yaşantısıyla ahlak ve namus konusu üzerine dikkat çekiyor.
“Bu işin bir ‘can pazarı’ olduğunu biliyorum. Size sadakat göstersem hükûmete hainlik etmiş olurum. Hükûmete sadakat göstersem sizi ele vermiş olurum. Hangi tarafa kımıldasam ceza var. Ölüm var. İnsan, kendini şeytana sattıktan sonra artık şeytan kalmalıdır.”
Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.
Hüseyin Rahmi, sert eleştirilerinde kalemini esirgemediği Can Pazarı’nda, dönemin İstanbul’unda yozlaşmış toplumu gözler önüne seriyor.
Gürpınar; hayatın bir kavga olduğu, güçlünün zayıfı ezdiği, adaletin bir türlü sağlanamadığı, bu yüzden aç kalmamak için çalmanın, aldatmanın, dolandırmanın meşru görülebileceğini savunan Yavuzlar Çetesi ile eşitsizliği irdelerken; Nasıh Bey-Nafia Hanım çifti ile İrfan Bey-Halâvet Hanım çifti arasında eşlerin değiştiği bir ilişki yaşantısıyla ahlak ve namus konusu üzerine dikkat çekiyor.
“Bu işin bir ‘can pazarı’ olduğunu biliyorum. Size sadakat göstersem hükûmete hainlik etmiş olurum. Hükûmete sadakat göstersem sizi ele vermiş olurum. Hangi tarafa kımıldasam ceza var. Ölüm var. İnsan, kendini şeytana sattıktan sonra artık şeytan kalmalıdır.”
Edebiyatımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kilometre taşlarından biri olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanatı, halkı yüceltmek için bir araç olarak görmüş bu nedenle üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir toplumsal kurum bırakmamış, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında olmuş, eserleriyle toplumun çağdaşlaşması yolunda yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır; bunu yaparken mizah ögesini ustaca kullanmış, İstanbul’un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene mahallelerinde, köşklerinde, Şirket-i Hayriye vapurlarında, gazinolarında, sayfiyelerinde dolaşmış, okurlarını da dolaştırmıştır. Eserlerinde yapmacıksız bir yerlilik vardır; konak hanımefendisinden gündelikçiye, mirasyedilerden iç güveyilere, dilencilerden dadılara, kalfalara, Çingenelerden Rumlara, Ermenilere, Yahudilere kadar kimi ve neyi konu almışsa onu yerli renkleriyle betimlemesini bilmiştir.