
“Ankara’da seninle yaşadığım kesintisiz beş yıl boyunca beni o kadar büyük ve eşsiz bir sevgiyle sevdin ki, o sevdanın içinde, dünyanın neresine gitsem, başıma ne gelse beni korumaya almış yüreğinin içinde kendimi naçar, cılız, aciz bir tutsak gibi duyumsadım. Aşkının, vericiliğinin, saflığının, temizliğinin, hesapsız kitapsızlığının, yürekli çocuksuluğunun, sınır tanımaz uçarılığının karşısında iç dünyasına kapalı, paylaşım duygusu gelişmemiş, hımbıl, hödük, kaba bir insan olarak cüceleştim. Sen beni yüreğine soktukça ben senden uzaklaşmak, sen beni yakıcı aşkla severken ben giderek buzlaşmak eğilimine girdim sanırım. Peki, bunları neden yaptım?”
Ahmet Erol, mektup sayfalarına yazılmış bir ömür muhasebesi aracılığı ile anlatıyor Melih’in ve Tülay’ın hikâyesini.
Elbette yazan da biliyor okuyan da; satırlar süren, sayfalar dolduran bu sözler, çekip gideni geri döndürmeyeceği gibi geçip giden ömürleri de telafi etmeyecek…
“Ankara’da seninle yaşadığım kesintisiz beş yıl boyunca beni o kadar büyük ve eşsiz bir sevgiyle sevdin ki, o sevdanın içinde, dünyanın neresine gitsem, başıma ne gelse beni korumaya almış yüreğinin içinde kendimi naçar, cılız, aciz bir tutsak gibi duyumsadım. Aşkının, vericiliğinin, saflığının, temizliğinin, hesapsız kitapsızlığının, yürekli çocuksuluğunun, sınır tanımaz uçarılığının karşısında iç dünyasına kapalı, paylaşım duygusu gelişmemiş, hımbıl, hödük, kaba bir insan olarak cüceleştim. Sen beni yüreğine soktukça ben senden uzaklaşmak, sen beni yakıcı aşkla severken ben giderek buzlaşmak eğilimine girdim sanırım. Peki, bunları neden yaptım?”
Ahmet Erol, mektup sayfalarına yazılmış bir ömür muhasebesi aracılığı ile anlatıyor Melih’in ve Tülay’ın hikâyesini.
Elbette yazan da biliyor okuyan da; satırlar süren, sayfalar dolduran bu sözler, çekip gideni geri döndürmeyeceği gibi geçip giden ömürleri de telafi etmeyecek…