Uzak bir dağ köyündeki çocukluğum seyahat hülyalarıyla geçti. Küçük okul kitaplığının iki rafını dolduran seyahat ve macera kitapları dağda bayırda hayvan peşinde geçirdiğim bitmek bilmeyen uzun ve sıkıcı yaz günlerindeki yegâne arkadaşlarımdı. Bu kitaplar benim dünyaya açılan kapılarım oldular; kalbimi uzak ülkeler, açık denizler görme heyecan ve ihtirasıyla tutuşturdular.
Ders kitaplarından önce dünyanın insan ve tabiat manzaraları hakkındaki ilk intibalarımı ben onlardan edindim. Bu dünyanın kömür karası zencileri, tunç çehreli Kızılderilileri, yumuk gözlü Çinlileri; filleri, aslanları, piton yılanları ve daha nice acayibi garayibi olduğunu öğrendikçe yüreğim onları görüp tanıma isteğiyle dolup taştı. Kısacası kitaplar bana içinde yaşadığım bu küçük köy kozasının dışında kocaman ve renkli bir dünya daha olduğunun habercisi oldular. Bu ikinci dünyanın renkleri ve şekilleri, karaları ve denizleri benim için sıcak yaz akşamlarında sırtüstü uzandığım bahçede seyrettiğim gökteki parlak yıldızlar kadar albenili ama ve bir o kadar da uzaktılar.
Ben bu küçük köyün sınırlarını ancak rüyalarımda ve hülyalarımda aşabilirdim. Galiba kaderimiz de çocukluğumuzun rüya ve hülyalarını izliyor. Yıllar sonra ilk defa elimde kocaman bir valizle Paris yoluna düştüğümde adeta başım yıldızlara ermiş ve elim rüyalarıma değmişti. Paris’te geçirdiğim dört ay sınırlarımızın ötesindeki dünya hakkında ilk ciddi tecrübem oldu. Bu dört ayın sonunda elimde doldurulmuş bir seyahat defteri ve küçük bir resim albümüyle döndüm. Hatıraların küllendiği, görüntülerin solduğu sonraki yıllarda bu resim ve notlar benim geçmişe açılan koridorlarım oldular; görüp yaşadıklarımı bana yeniden yaşattılar. Bu geçmiş zaman notlarına baktıkça şunu farkediyordum:
Yaşadıklarımızdan geriye sadece yazdıklarımız kalıyor, gerisi uçup gidiyordu. Sonra kapı kapıyı açtı, tanışıklıklar, dostluklar birbirine ulanıp genişledi ve seyahatler seyahatleri izledi. Bazen turistik amaçlarla ama daha çok bilimsel toplantılara katılmak üzere son 20 yıldır birçok ülkeyi birçok kere görme ve gezme imkânı buldum. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, küçük notlar halinde kaydettim. Memlekete döndükten sonra bu kısa notları yeniden ele aldım ve hafızamın izin verdiği ölçüde genişletip kâğıda döktüm.
Asya, Avrupa, Afrika, Balkanları içine alan ve yirmi ülkeyi kapsayan bu kitap yeryüzünün bütün mahrem manzaralarını ekranlarımıza taşıyıp duran gelişmiş kamera görüntülerinin yazılı kültürü yok ettiği böylesi bir zamanda hâlâ kameranın göremeyeceği bir şeyler olduğunu anlatıyor; ülke ve şehirlerin fiziki tasvirlerinden çok kültürlerine, insanlarına ve insan ilişkilerine dikkat çekiyor.
Uzak bir dağ köyündeki çocukluğum seyahat hülyalarıyla geçti. Küçük okul kitaplığının iki rafını dolduran seyahat ve macera kitapları dağda bayırda hayvan peşinde geçirdiğim bitmek bilmeyen uzun ve sıkıcı yaz günlerindeki yegâne arkadaşlarımdı. Bu kitaplar benim dünyaya açılan kapılarım oldular; kalbimi uzak ülkeler, açık denizler görme heyecan ve ihtirasıyla tutuşturdular.
Ders kitaplarından önce dünyanın insan ve tabiat manzaraları hakkındaki ilk intibalarımı ben onlardan edindim. Bu dünyanın kömür karası zencileri, tunç çehreli Kızılderilileri, yumuk gözlü Çinlileri; filleri, aslanları, piton yılanları ve daha nice acayibi garayibi olduğunu öğrendikçe yüreğim onları görüp tanıma isteğiyle dolup taştı. Kısacası kitaplar bana içinde yaşadığım bu küçük köy kozasının dışında kocaman ve renkli bir dünya daha olduğunun habercisi oldular. Bu ikinci dünyanın renkleri ve şekilleri, karaları ve denizleri benim için sıcak yaz akşamlarında sırtüstü uzandığım bahçede seyrettiğim gökteki parlak yıldızlar kadar albenili ama ve bir o kadar da uzaktılar.
Ben bu küçük köyün sınırlarını ancak rüyalarımda ve hülyalarımda aşabilirdim. Galiba kaderimiz de çocukluğumuzun rüya ve hülyalarını izliyor. Yıllar sonra ilk defa elimde kocaman bir valizle Paris yoluna düştüğümde adeta başım yıldızlara ermiş ve elim rüyalarıma değmişti. Paris’te geçirdiğim dört ay sınırlarımızın ötesindeki dünya hakkında ilk ciddi tecrübem oldu. Bu dört ayın sonunda elimde doldurulmuş bir seyahat defteri ve küçük bir resim albümüyle döndüm. Hatıraların küllendiği, görüntülerin solduğu sonraki yıllarda bu resim ve notlar benim geçmişe açılan koridorlarım oldular; görüp yaşadıklarımı bana yeniden yaşattılar. Bu geçmiş zaman notlarına baktıkça şunu farkediyordum:
Yaşadıklarımızdan geriye sadece yazdıklarımız kalıyor, gerisi uçup gidiyordu. Sonra kapı kapıyı açtı, tanışıklıklar, dostluklar birbirine ulanıp genişledi ve seyahatler seyahatleri izledi. Bazen turistik amaçlarla ama daha çok bilimsel toplantılara katılmak üzere son 20 yıldır birçok ülkeyi birçok kere görme ve gezme imkânı buldum. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, küçük notlar halinde kaydettim. Memlekete döndükten sonra bu kısa notları yeniden ele aldım ve hafızamın izin verdiği ölçüde genişletip kâğıda döktüm.
Asya, Avrupa, Afrika, Balkanları içine alan ve yirmi ülkeyi kapsayan bu kitap yeryüzünün bütün mahrem manzaralarını ekranlarımıza taşıyıp duran gelişmiş kamera görüntülerinin yazılı kültürü yok ettiği böylesi bir zamanda hâlâ kameranın göremeyeceği bir şeyler olduğunu anlatıyor; ülke ve şehirlerin fiziki tasvirlerinden çok kültürlerine, insanlarına ve insan ilişkilerine dikkat çekiyor.