“Annem, ben sekiz, teyzem on yaşındayken yalnız başımıza bizi sahilde bırakırdı. Anlatamam Lily, nasıl büyülüydü. Kazdıkça kumda inciler bulacağıma inanır, çıka çıka elime gelen küçük, eciş bücüş bir istiridye kabuğu da olsa, her seferinde daha büyük bir heyecan ve merakla ellerimle kuma saldırırdım. Kumlar tırnaklarımın arasına dolar, bazen kendimden geçercesine kazdığım için narin parmaklarımın derisini sıyırırlardı. O sıcaklık, kumların sıcaklığı, sarar sarmalardı beni.”
Çocukça Bir Direniş Hâle Sert'in ilk öykü kitabı.
Bazen küçük bir çocuğun, bazen bir büyüğün, bazen de belki en çok bir annenin dünyasından yola çıkan bu öykülerde bilinçli/düşünen bir öznenin hayata bakışını görürüz.
Hâle Sert, hayattan küçük kesitlere, karelere, anlara sığdırarak ördüğü öykülerinde insanın acılarına, hüzünlerine, coşkularına tanıklık ediyor; yaralarına dokunuyor.
Bu dokunuşun izlerini bazen bir çocuğun dünyaya şaşkın bakışında, bazen mülteci bir anne yüzünde, bazen Karşıyaka mezarlığında hayata tutunmaya çalışan Şentepe'nin yoksul ve yetim çocukları Musa ve Yavuz'un içlenmelerinde, bazen arkalarında acılı bir baba bırakarak anneleriyle sınırı geçen Zeynep ve Sidre'nin “ağırlık yapmasın diye” bota binmeden kesilip sahile bırakılan örgülü saçlarında, bazen mutena ve korunaklı sitelerdeki varsıl evlerinin yoksul gönüllerinde görebilirsiniz.
Hâle Sert kimi kez somut, kimi kez imgesel, kimi kez de metaforlara yaslanan diliyle incelikli, kalbe dokunan öyküler anlatıyor.
“Annem, ben sekiz, teyzem on yaşındayken yalnız başımıza bizi sahilde bırakırdı. Anlatamam Lily, nasıl büyülüydü. Kazdıkça kumda inciler bulacağıma inanır, çıka çıka elime gelen küçük, eciş bücüş bir istiridye kabuğu da olsa, her seferinde daha büyük bir heyecan ve merakla ellerimle kuma saldırırdım. Kumlar tırnaklarımın arasına dolar, bazen kendimden geçercesine kazdığım için narin parmaklarımın derisini sıyırırlardı. O sıcaklık, kumların sıcaklığı, sarar sarmalardı beni.”
Çocukça Bir Direniş Hâle Sert'in ilk öykü kitabı.
Bazen küçük bir çocuğun, bazen bir büyüğün, bazen de belki en çok bir annenin dünyasından yola çıkan bu öykülerde bilinçli/düşünen bir öznenin hayata bakışını görürüz.
Hâle Sert, hayattan küçük kesitlere, karelere, anlara sığdırarak ördüğü öykülerinde insanın acılarına, hüzünlerine, coşkularına tanıklık ediyor; yaralarına dokunuyor.
Bu dokunuşun izlerini bazen bir çocuğun dünyaya şaşkın bakışında, bazen mülteci bir anne yüzünde, bazen Karşıyaka mezarlığında hayata tutunmaya çalışan Şentepe'nin yoksul ve yetim çocukları Musa ve Yavuz'un içlenmelerinde, bazen arkalarında acılı bir baba bırakarak anneleriyle sınırı geçen Zeynep ve Sidre'nin “ağırlık yapmasın diye” bota binmeden kesilip sahile bırakılan örgülü saçlarında, bazen mutena ve korunaklı sitelerdeki varsıl evlerinin yoksul gönüllerinde görebilirsiniz.
Hâle Sert kimi kez somut, kimi kez imgesel, kimi kez de metaforlara yaslanan diliyle incelikli, kalbe dokunan öyküler anlatıyor.