Cumhuriyet devrinde din duygusunun varlığı, dinin sanata ve edebiyata etkisi daima bir merak konusu olmuştur. Bunun en önemli nedeni ise Osmanlı toplumunda insanın iç nizamını yapan ve hayatın merkezinde yer alan dini ve bilhassa şiirde o kadar tesirli olan tasavvufun, Tanzimat’tan sonra hız kazanan "modernleşme" hareketleriyle beraber adeta sorgulanır hale gelmesidir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın adeta bir vecize sayılabilecek olan "Modern Türk edebiyatı bir medeniyet krizi ile başlar" sözü aslında her şeyi özetlemektedir. Buradan hareketle aslında Tanzimat sonrası edebiyat tarihimizin "modernleşme" veya bir başka deyişle Batılılaşma hareketi olarak da okunmaya müsait olduğu ve edebiyatın da söz konusu hareketin sözcülüğü görevini üstlendiği rahatlıkla söylenebilir. Burada hemen şu soru akla gelmektedir: Batılılaşma en uç noktasını temsil eden Cumhuriyet dönemine gelindiğinde şairlerimiz dini duygu, kavram ve temaları nasıl ve hangi yoğunlukla işlemiş, sözü geçen medeniyet değişiminin yol açtığı kırılmalar şiirimize nasıl yansımıştır? Şüphe ve tereddütten imana, kutsal kitap ve peygamberlerden dini mekan ve günlere, tasavvufun ölüm ve ahirete kadar geniş bir çerçeve içinde konuyu ele alarak söz konusu soruya cevap arayan bu kitabın satır aralarında ayrıca şairlerin gelenek karşısındaki tutumlarının işaretlerini de görmek mümkündür.
Cumhuriyet devrinde din duygusunun varlığı, dinin sanata ve edebiyata etkisi daima bir merak konusu olmuştur. Bunun en önemli nedeni ise Osmanlı toplumunda insanın iç nizamını yapan ve hayatın merkezinde yer alan dini ve bilhassa şiirde o kadar tesirli olan tasavvufun, Tanzimat’tan sonra hız kazanan "modernleşme" hareketleriyle beraber adeta sorgulanır hale gelmesidir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın adeta bir vecize sayılabilecek olan "Modern Türk edebiyatı bir medeniyet krizi ile başlar" sözü aslında her şeyi özetlemektedir. Buradan hareketle aslında Tanzimat sonrası edebiyat tarihimizin "modernleşme" veya bir başka deyişle Batılılaşma hareketi olarak da okunmaya müsait olduğu ve edebiyatın da söz konusu hareketin sözcülüğü görevini üstlendiği rahatlıkla söylenebilir. Burada hemen şu soru akla gelmektedir: Batılılaşma en uç noktasını temsil eden Cumhuriyet dönemine gelindiğinde şairlerimiz dini duygu, kavram ve temaları nasıl ve hangi yoğunlukla işlemiş, sözü geçen medeniyet değişiminin yol açtığı kırılmalar şiirimize nasıl yansımıştır? Şüphe ve tereddütten imana, kutsal kitap ve peygamberlerden dini mekan ve günlere, tasavvufun ölüm ve ahirete kadar geniş bir çerçeve içinde konuyu ele alarak söz konusu soruya cevap arayan bu kitabın satır aralarında ayrıca şairlerin gelenek karşısındaki tutumlarının işaretlerini de görmek mümkündür.