“Kırmızı kamyonun camının bir köşesindeki fotoğrafta, kadınla adamın önünde duran iki erkek çocuktan birinin adı Haydar. Ona isim vermemişler de Haydar deyip bırakmışlar sanki. Kim ‘Haydar’ diye seslense, isimle cisim buharlaşıp yok oluyor, iç ezici bir tını kalıyor geriye, ‘aramızda kalan’ bir insaniyetin tınısı…”
Cunta Kızı'nda Şule S. Çiltaş, küçük bir kız çocuğunun ağzından 12 Eylül '80 darbesiyle doruk noktasına ulaşan bir şiddet-yabancılık-yalnızlık sarmalının, ilkin kendi ailesindeki ve yakın çevresindeki, sonra dış dünyadaki izlerini anlatıyor: Kendisi de hoyrat bir yaşamın içinden gelmiş asker bir baba, “Gözlerinden, kuş olup kanatlanacak kadar özgürlüğü sevdiği anlaşılan” bir anne ve 12 Eylül’ün ayak sesleri çok yakından duyulurken, karakol-mahkeme-cezaevi önlerinde korku ve umutla geçecek günler... Bir çocuğun olduğu kadar, bir memleketin, memleketle birlikte büyüyenlerin, ne kadar kaçmak isterlerse istesinler paçalarına onun çamuru bulaşanların da hikâyesi...
“Kırmızı kamyonun camının bir köşesindeki fotoğrafta, kadınla adamın önünde duran iki erkek çocuktan birinin adı Haydar. Ona isim vermemişler de Haydar deyip bırakmışlar sanki. Kim ‘Haydar’ diye seslense, isimle cisim buharlaşıp yok oluyor, iç ezici bir tını kalıyor geriye, ‘aramızda kalan’ bir insaniyetin tınısı…”
Cunta Kızı'nda Şule S. Çiltaş, küçük bir kız çocuğunun ağzından 12 Eylül '80 darbesiyle doruk noktasına ulaşan bir şiddet-yabancılık-yalnızlık sarmalının, ilkin kendi ailesindeki ve yakın çevresindeki, sonra dış dünyadaki izlerini anlatıyor: Kendisi de hoyrat bir yaşamın içinden gelmiş asker bir baba, “Gözlerinden, kuş olup kanatlanacak kadar özgürlüğü sevdiği anlaşılan” bir anne ve 12 Eylül’ün ayak sesleri çok yakından duyulurken, karakol-mahkeme-cezaevi önlerinde korku ve umutla geçecek günler... Bir çocuğun olduğu kadar, bir memleketin, memleketle birlikte büyüyenlerin, ne kadar kaçmak isterlerse istesinler paçalarına onun çamuru bulaşanların da hikâyesi...