Fowles’un anlatı kurma ve hikâye etme becerisinin belki de en güzel örneği olan Daniel Martin yazarın kariyerinin en önemli romanlarından birisi. Otobiyografik özellikler taşıyan bu ilk ve tek romanında Fowles, anılar eşliğinde geçmişin izini süren Daniel’in hikâyesini anlatıyor. “Flashback“lerle zaman içinde sürekli devinen hikâyede, pek çok anlatı tekniği ve roman içinde roman kurgusuyla karşılaşacaksınız. Çocukluğundan yetişkinliğine, yetişkinliğinden gençliğine sıralama gözetmeksizin, çağrışımlarla sıçrayan anlatı Oxford Üniversitesi kampüsünden İskoçya’daki bir kır evine, Nil üzerindeki tekne gezintilerinden Hollywood stüdyolarına kadar geniş bir alana yayılıyor.
Romanının, İngiliz kimliğini, daha doğrusu 20. yüzyılın sonlarında İngiliz olmanın anlamını sorguladığını söylemiştir Fowles. Ancak “çok katmanlı öykülemenin, yanılsama ve kendini aldatma temalarının ve belirsiz bırakılmış sonların ustası“ sayılan yazarın İngilizlik ile birlikte çok sayıda meseleyi tartıştığı aşikâr. Zira estetik, felsefe, kültürel tarih, İngiltere ve ABD arasındaki farklar, arkeoloji ve mitler üzerine gözlem ve yorumlar bazen hikâye ve karakterler kadar önem kazanıyor.
Daniel Martin düş kırıklıklarının, hayal edilenle imkânsızlık arasındaki gerilimin, paylaşılan değerlerden kopuşların ve sessizliğin hikâyesi. Fowles dış dünyanın sert kabuğu ile hayal gücünün esnek iç dünyası arasındaki dengeyi sessizliklerle yakalamış. Sessizliği bıçak gibi kullanıyor. Toplumdan yalıtık, yalnız kalmış roman kişilerinin zihninden geçenlerle dile getirdikleri arasındaki uzaklık, boşluk, kısacası söylenmeyenler sessizliğin gücünü artırıyor.
Fowles’un anlatı kurma ve hikâye etme becerisinin belki de en güzel örneği olan Daniel Martin yazarın kariyerinin en önemli romanlarından birisi. Otobiyografik özellikler taşıyan bu ilk ve tek romanında Fowles, anılar eşliğinde geçmişin izini süren Daniel’in hikâyesini anlatıyor. “Flashback“lerle zaman içinde sürekli devinen hikâyede, pek çok anlatı tekniği ve roman içinde roman kurgusuyla karşılaşacaksınız. Çocukluğundan yetişkinliğine, yetişkinliğinden gençliğine sıralama gözetmeksizin, çağrışımlarla sıçrayan anlatı Oxford Üniversitesi kampüsünden İskoçya’daki bir kır evine, Nil üzerindeki tekne gezintilerinden Hollywood stüdyolarına kadar geniş bir alana yayılıyor.
Romanının, İngiliz kimliğini, daha doğrusu 20. yüzyılın sonlarında İngiliz olmanın anlamını sorguladığını söylemiştir Fowles. Ancak “çok katmanlı öykülemenin, yanılsama ve kendini aldatma temalarının ve belirsiz bırakılmış sonların ustası“ sayılan yazarın İngilizlik ile birlikte çok sayıda meseleyi tartıştığı aşikâr. Zira estetik, felsefe, kültürel tarih, İngiltere ve ABD arasındaki farklar, arkeoloji ve mitler üzerine gözlem ve yorumlar bazen hikâye ve karakterler kadar önem kazanıyor.
Daniel Martin düş kırıklıklarının, hayal edilenle imkânsızlık arasındaki gerilimin, paylaşılan değerlerden kopuşların ve sessizliğin hikâyesi. Fowles dış dünyanın sert kabuğu ile hayal gücünün esnek iç dünyası arasındaki dengeyi sessizliklerle yakalamış. Sessizliği bıçak gibi kullanıyor. Toplumdan yalıtık, yalnız kalmış roman kişilerinin zihninden geçenlerle dile getirdikleri arasındaki uzaklık, boşluk, kısacası söylenmeyenler sessizliğin gücünü artırıyor.