“Müslüman algının tarih anlatışının içine düştüğü hata tam da buradadır: aşırı derecede kendini özne olarak tanımlayan yapıların, erkeklerin, egemen halkların ve egemen kültürlerin, devlet ve hanedan eksenli anlatımını esas almıştır. Bize bugüne kadar İslâm tarihi olarak anlatılanların çoğu, ancak bir egemen şah ve sultanlar tarihidir. İslâm’ın toplumsal ve demokratik boyutu bu yolla silinmiştir. (…) İslâm, Âdem’den beri devam edegelen evrensel bir insanlık dinidir. Her bir evresinde ezenlere karşı ezilenlerin safında yer alır ve insan topluluklarının zalim egemenlere karşı kurtuluş hareketi olarak, bir kurtuluş ideolojisi olarak biçimlenir. Her bir peygamberi, bir ‘kurtarıcı’dır; halkının kurtarıcısı. Nemrut’a karşı İbrahim, Firavun’a karşı Musa, Roma’ya karşı İsa ve tüm zalimlere karşı evrensel direnişçi Muhammed… Ancak bu dinin kendi içinde bu dini de bir egemenlik ideolojisine dönüştürmeye çalışan ve böylece çarpıtan ferîsiler, kiliseler, yezitler çıktı. Hüseyin’in Yezit’e karşı mücadelesi hâlen devam ediyor, Muhammed (as)'in Ebu Cehil’e karşı mücadelesi devam etmesi gibi…
(…) Ancak uzun yıllardır bize İslâm tarihi diye anlatılanlar, İslâm'ın kurtardığı ezilenlerin tarihi değil, İslâm adını kullanarak iktidarlarını yeniden tesis eden ve İslâm’la pek alakaları bulunmayan muktedirlerin tarihidir. Maalesef günümüze kadar İslâm'ın gerçek tarihi henüz tüm insanlığa anlatılmadı. İslâm tarihi diye sunulanlar, aslında birer beylik ve devlet tarihleridir. İslâm'a karşı yapılan en büyük haksızlık ve karalamanın bir boyutu da budur. İslâm içinde yaşatılan bu tarih anlayışı, batılı tarih saptırmasının bir nevi Müslümanlar eliyle devam ettirilmesidir. İslâm, devletleri ve egemenleri değil, her yönüyle ezilenleri, zayıfları, erdemlileri, insanlığı esas alır. İslâm tarihi olarak bir şey anlatılacaksa, bunlar olmalıdır. Zira İslâm, bunları Allah’ın emrine ve müjdesine muhatap özneler olarak tarihe dâhil etmiştir. Bunlar tarihin gerçek özneleridir. Ancak tarihten dışlanmışlardır.
(…) İslâm, tarihte ve güncelde gariplerin, zayıf bırakılmışların davasının adı ise şüphesiz öncelikli olarak erkek karşısında tarihin en garibi olarak kadın davasının tarihi olmalıdır. Ancak İslâm toplumu ve tarihi, egemen tarihe en çok da kadını yok saymakla benzeşmiştir. Ve gariplerin tarihi olma vasfını yitirmiştir. Bu vasıf, kadının İslâm'ın asıl ve asil bir öznesi olarak bu tarihe dâhil edilmesi ile tekrar kazanılabilir…”
“Müslüman algının tarih anlatışının içine düştüğü hata tam da buradadır: aşırı derecede kendini özne olarak tanımlayan yapıların, erkeklerin, egemen halkların ve egemen kültürlerin, devlet ve hanedan eksenli anlatımını esas almıştır. Bize bugüne kadar İslâm tarihi olarak anlatılanların çoğu, ancak bir egemen şah ve sultanlar tarihidir. İslâm’ın toplumsal ve demokratik boyutu bu yolla silinmiştir. (…) İslâm, Âdem’den beri devam edegelen evrensel bir insanlık dinidir. Her bir evresinde ezenlere karşı ezilenlerin safında yer alır ve insan topluluklarının zalim egemenlere karşı kurtuluş hareketi olarak, bir kurtuluş ideolojisi olarak biçimlenir. Her bir peygamberi, bir ‘kurtarıcı’dır; halkının kurtarıcısı. Nemrut’a karşı İbrahim, Firavun’a karşı Musa, Roma’ya karşı İsa ve tüm zalimlere karşı evrensel direnişçi Muhammed… Ancak bu dinin kendi içinde bu dini de bir egemenlik ideolojisine dönüştürmeye çalışan ve böylece çarpıtan ferîsiler, kiliseler, yezitler çıktı. Hüseyin’in Yezit’e karşı mücadelesi hâlen devam ediyor, Muhammed (as)'in Ebu Cehil’e karşı mücadelesi devam etmesi gibi…
(…) Ancak uzun yıllardır bize İslâm tarihi diye anlatılanlar, İslâm'ın kurtardığı ezilenlerin tarihi değil, İslâm adını kullanarak iktidarlarını yeniden tesis eden ve İslâm’la pek alakaları bulunmayan muktedirlerin tarihidir. Maalesef günümüze kadar İslâm'ın gerçek tarihi henüz tüm insanlığa anlatılmadı. İslâm tarihi diye sunulanlar, aslında birer beylik ve devlet tarihleridir. İslâm'a karşı yapılan en büyük haksızlık ve karalamanın bir boyutu da budur. İslâm içinde yaşatılan bu tarih anlayışı, batılı tarih saptırmasının bir nevi Müslümanlar eliyle devam ettirilmesidir. İslâm, devletleri ve egemenleri değil, her yönüyle ezilenleri, zayıfları, erdemlileri, insanlığı esas alır. İslâm tarihi olarak bir şey anlatılacaksa, bunlar olmalıdır. Zira İslâm, bunları Allah’ın emrine ve müjdesine muhatap özneler olarak tarihe dâhil etmiştir. Bunlar tarihin gerçek özneleridir. Ancak tarihten dışlanmışlardır.
(…) İslâm, tarihte ve güncelde gariplerin, zayıf bırakılmışların davasının adı ise şüphesiz öncelikli olarak erkek karşısında tarihin en garibi olarak kadın davasının tarihi olmalıdır. Ancak İslâm toplumu ve tarihi, egemen tarihe en çok da kadını yok saymakla benzeşmiştir. Ve gariplerin tarihi olma vasfını yitirmiştir. Bu vasıf, kadının İslâm'ın asıl ve asil bir öznesi olarak bu tarihe dâhil edilmesi ile tekrar kazanılabilir…”