Kalabalık caddeler, arapsaçına dönmüş trafik, akşamüstü vapura yetişme telaşları, bazen deniz kenarı restoranlarda kaldırılan kadehler, dost sohbetleri, bazen kapıcı dairelerinden gelen serzenişler… Şehrin her köşesinden kulaklarımıza ulaşan sesler, nefesler, ömrün dört mevsimi gibi önümüze serilen yaşamlar… Ne zaman gözlerimizi yaşartacak, ne zaman yüzümüzü güldürecek diye kestiremediğimiz heyecanlı, koşturmacalı, capcanlı hikâyeler, insan manzaraları…
Ali Hulki Cihan, üretkenliği ve samimi üslubuyla insan olmanın her halini en yalın biçimde yansıttığı, bu çok içten öyküleri ile adından daha uzun yıllar söz edilecek genç bir yazar. Kalemini esirgemeden, korkusuzca kullanıyor. Kahramanları öyle canlı ki adına öykü dediğimiz aynanın karşısında çırılçıplak ‘insan’ın özünü görüyoruz.
Bam telimize dokunan öykülerinden birinde, “Kebapçı Hıdır, beş vakit namazını kılar, cumaları kaçırmaz ama yanındakileri sigortasız çalıştırır. Müşteriye ne eti yedirdiği şüpheli. Bir resmi nikâhlı karısı var bir de sade imam nikâhlısı. İkisinden yedi çocuk. Kadınları, çocukları döver. Sorsan, ‘Dayak cennetten çıkma!’” diye tanımlıyor bir karakterini. Adamın duruşu sinirimize dokunuyor. Okurken sanki çekip içine alıyor metinler bizi. Anlatmak istediklerini içimizde duyuyor, tarif ettiği kokuyu alıyor, soğuğu hissediyoruz.
“Öyle bir şubat soğuğu vardı ki ellerim dondu resmen. İçeri geçtim. Burnuma kesif bir kimyasalla karışmış sabun kokusu geldi. Birkaç saniye sonra alıştım buna, artık kokmuyordu sanki. Suyu açtım. Verilen bezle sabunu köpürttüm. Kendim yapmak istediğimi de söyledim. Önce kollarını sabunladım. Sonra bacaklarını ve karnını. Göz ucuyla beni izliyorlardı. Anlayıp hemen gelip yan çevirdiler de sırtını sabunladım. Sonra bütün vücudunu duruladım zemzem suyuyla. Ellerinden öptüm. Başını okşadım. Çenesini bezle bağladılar. Beyazlara sarıp sarmaladılar. Hayatımın en zor dakikalarıydı ama daha önce hiç tatmadığım garip bir huzur kapladı içimi dışarı çıkınca…” diye sıralıyor kelimelerini bir başka öyküsünde. Kendimizi metnin akışına kaptırdığımız yerde boğazımızdaki düğümü geri itip bir kabule varıyoruz.
Kuşkusuz duyguyu okuyucuya geçiren kısa, samimi ve oldukça başarılı öyküler bunlar. Sade, süssüz, net bir anlatımı var. Küçürek öykünün insanın damağında bıraktığı o nefis tadı hissettiren, abartılmamış, dozunda, sarıp sarmalayan sıcak bir anlatım.
Dublin’e Gece Uçağı Ali Hulki Cihan’ın ilk öykü kitabı. Kitabın her halinden yazarın, edebiyat sahnesinde daha uzun yıllar yer alacağı, bu güzel serüvenin devam edeceği görünüyor…
Füsun Menşure
Kalabalık caddeler, arapsaçına dönmüş trafik, akşamüstü vapura yetişme telaşları, bazen deniz kenarı restoranlarda kaldırılan kadehler, dost sohbetleri, bazen kapıcı dairelerinden gelen serzenişler… Şehrin her köşesinden kulaklarımıza ulaşan sesler, nefesler, ömrün dört mevsimi gibi önümüze serilen yaşamlar… Ne zaman gözlerimizi yaşartacak, ne zaman yüzümüzü güldürecek diye kestiremediğimiz heyecanlı, koşturmacalı, capcanlı hikâyeler, insan manzaraları…
Ali Hulki Cihan, üretkenliği ve samimi üslubuyla insan olmanın her halini en yalın biçimde yansıttığı, bu çok içten öyküleri ile adından daha uzun yıllar söz edilecek genç bir yazar. Kalemini esirgemeden, korkusuzca kullanıyor. Kahramanları öyle canlı ki adına öykü dediğimiz aynanın karşısında çırılçıplak ‘insan’ın özünü görüyoruz.
Bam telimize dokunan öykülerinden birinde, “Kebapçı Hıdır, beş vakit namazını kılar, cumaları kaçırmaz ama yanındakileri sigortasız çalıştırır. Müşteriye ne eti yedirdiği şüpheli. Bir resmi nikâhlı karısı var bir de sade imam nikâhlısı. İkisinden yedi çocuk. Kadınları, çocukları döver. Sorsan, ‘Dayak cennetten çıkma!’” diye tanımlıyor bir karakterini. Adamın duruşu sinirimize dokunuyor. Okurken sanki çekip içine alıyor metinler bizi. Anlatmak istediklerini içimizde duyuyor, tarif ettiği kokuyu alıyor, soğuğu hissediyoruz.
“Öyle bir şubat soğuğu vardı ki ellerim dondu resmen. İçeri geçtim. Burnuma kesif bir kimyasalla karışmış sabun kokusu geldi. Birkaç saniye sonra alıştım buna, artık kokmuyordu sanki. Suyu açtım. Verilen bezle sabunu köpürttüm. Kendim yapmak istediğimi de söyledim. Önce kollarını sabunladım. Sonra bacaklarını ve karnını. Göz ucuyla beni izliyorlardı. Anlayıp hemen gelip yan çevirdiler de sırtını sabunladım. Sonra bütün vücudunu duruladım zemzem suyuyla. Ellerinden öptüm. Başını okşadım. Çenesini bezle bağladılar. Beyazlara sarıp sarmaladılar. Hayatımın en zor dakikalarıydı ama daha önce hiç tatmadığım garip bir huzur kapladı içimi dışarı çıkınca…” diye sıralıyor kelimelerini bir başka öyküsünde. Kendimizi metnin akışına kaptırdığımız yerde boğazımızdaki düğümü geri itip bir kabule varıyoruz.
Kuşkusuz duyguyu okuyucuya geçiren kısa, samimi ve oldukça başarılı öyküler bunlar. Sade, süssüz, net bir anlatımı var. Küçürek öykünün insanın damağında bıraktığı o nefis tadı hissettiren, abartılmamış, dozunda, sarıp sarmalayan sıcak bir anlatım.
Dublin’e Gece Uçağı Ali Hulki Cihan’ın ilk öykü kitabı. Kitabın her halinden yazarın, edebiyat sahnesinde daha uzun yıllar yer alacağı, bu güzel serüvenin devam edeceği görünüyor…
Füsun Menşure