Mustafa Ulusoy, Dünyanın Üç Yüzü’nde kaleme aldığı yazılarla insanın dünyayla kurduğu temasına ayna tutuyor. Bunu yaparken de kimi zaman bir film ya da roman karakterinin analizini, aşağıya sarkıtılan bir ip misali benliğimizin derinliklerine uzatıyor.
Dünyanın üç yüzü vardı. Biri kendine bakan, diğeri ise Yaratıcı’nın sonsuz isimlerine ve ahirete bakan. Kendine bakan yüzü asıktı, elem ve keder verici. Çünkü gelip geçiciydi.
Dokunduğumuz an solan bir çiçekti sanki. Yakalayıp sevmek için can attığımız bir kelebek gibi. Yakalaya yazdığımız anda uçup gidiveren. Ne dokunmamak mümkündü ona ne de solmasına razı olmak. İki arada bir deredeydik.
Bir buz sarkıtının ucunda donarak asılı kalmış bir su damlası nasıl güneşi özlüyorsa; dünyanın üçüncü yüzünde asılı kalmış varlığımız da öyle özlüyordu dünyanın birinci ve ikinci yüzünü.
Üçüncü yüze hikmetin güneşi doğmuştu...
Bu yüz olmasaydı, her şey berhava olurdu.
Mustafa Ulusoy, Dünyanın Üç Yüzü’nde kaleme aldığı yazılarla insanın dünyayla kurduğu temasına ayna tutuyor. Bunu yaparken de kimi zaman bir film ya da roman karakterinin analizini, aşağıya sarkıtılan bir ip misali benliğimizin derinliklerine uzatıyor.
Dünyanın üç yüzü vardı. Biri kendine bakan, diğeri ise Yaratıcı’nın sonsuz isimlerine ve ahirete bakan. Kendine bakan yüzü asıktı, elem ve keder verici. Çünkü gelip geçiciydi.
Dokunduğumuz an solan bir çiçekti sanki. Yakalayıp sevmek için can attığımız bir kelebek gibi. Yakalaya yazdığımız anda uçup gidiveren. Ne dokunmamak mümkündü ona ne de solmasına razı olmak. İki arada bir deredeydik.
Bir buz sarkıtının ucunda donarak asılı kalmış bir su damlası nasıl güneşi özlüyorsa; dünyanın üçüncü yüzünde asılı kalmış varlığımız da öyle özlüyordu dünyanın birinci ve ikinci yüzünü.
Üçüncü yüze hikmetin güneşi doğmuştu...
Bu yüz olmasaydı, her şey berhava olurdu.