İnsan insana bu kadar mı benzer? Demek o simitçiyi görmesem sormayacakmışım. Emin’e döndüm de, “Sizin Âdem!” dedim. “Neler yapıyor, nerelerdedir?”
Bir anda gözlerini kaçırdı benden. Başını eğdi. Nasırlı avuçlarına baktı durdu. Sanki o kirli masa örtüsünün desenlerinde kayboldu. Belki de bu o otuz saniye otuz yıl gibi geçti. Sormaz olaydım. O yağmur yağmaz olaydı. O simitçi sırılsıklam kahveden içeriye girmez olaydı. Âdem’e benzemez olaydı.
Başını kaldırdı yerden. Yüzüme baktı. Bir anda gözlerinin ucuna, nasıl geldi o iki damla yaş. Ha düştü ha düşecek.
“Kayboldu.” dedi. “İzmir’e gittiydi. Bir daha da dönmedi. Çok arayıp sorduk. Bulamadık.”
Bunları söylerken “Ne olur üsteleme!” der gibiydi. Biraz mahcup, biraz kahreder gibi. Bu yüzden soramadım ötesini.
Kahveci dibimize gelmiş, sorup duruyordu:
“Sizin çaylar şekersizdi değil mi ağabey?”
İnsan insana bu kadar mı benzer? Demek o simitçiyi görmesem sormayacakmışım. Emin’e döndüm de, “Sizin Âdem!” dedim. “Neler yapıyor, nerelerdedir?”
Bir anda gözlerini kaçırdı benden. Başını eğdi. Nasırlı avuçlarına baktı durdu. Sanki o kirli masa örtüsünün desenlerinde kayboldu. Belki de bu o otuz saniye otuz yıl gibi geçti. Sormaz olaydım. O yağmur yağmaz olaydı. O simitçi sırılsıklam kahveden içeriye girmez olaydı. Âdem’e benzemez olaydı.
Başını kaldırdı yerden. Yüzüme baktı. Bir anda gözlerinin ucuna, nasıl geldi o iki damla yaş. Ha düştü ha düşecek.
“Kayboldu.” dedi. “İzmir’e gittiydi. Bir daha da dönmedi. Çok arayıp sorduk. Bulamadık.”
Bunları söylerken “Ne olur üsteleme!” der gibiydi. Biraz mahcup, biraz kahreder gibi. Bu yüzden soramadım ötesini.
Kahveci dibimize gelmiş, sorup duruyordu:
“Sizin çaylar şekersizdi değil mi ağabey?”