Hapishaneler kimilerine göre “modern” dünyanın ayıbı, kimilerine göre ise aynasıdır. “Suç ve suçlu” tanımı da “Adalet” gibi görecelidir. Özcan Yaman'ın dediği gibi, özellikle son çeyrek yüzyılda, “Dışarıda beyni, içeride ise bedeni tutsak bir toplumsal yapının adım adım örüldüğünü görüyoruz. Oysa düşünen insan nerede olursa olsun “özgürdür”. Maddi hayatlarının kısıtlanması, onların soyut düşünme yetilerini yok edememişse, hâlâ umut var demektir…”
İşte bu umudu mahpus mektuplarında, edebi çalışmalarında, resimlerinde, karikatürlerinde görmek / okumak mümkün.
Öte yandan özellikle belirtmeliyim ki politik mahpuslar sanat edimlerinde sadece zindanı değil dışarıyı da başarıyla betimlemektedirler. Zira onlar anı bohçalarını asıl olarak dışarıda doldurmuşlardır. Elbette bu birikimi, estetiği ihmal etmeden, sanatın olmazsa olmaz kurallarıyla işleyip ak kâğıda ya da tuvale aktarmak çetrefilli iştir. Sanatçı yoğunlaşmak için kimi zaman kalabalıklara karışmak, kimi zaman da yalnız kalmak ister. Bu bir lüks değil, üretim daha iyi üretim için zorunluluktur. Ama zindandaki yazar-şair-ressam-karikatürist-besteci dilediği zaman yalnız kalamaz veya kalabalıklara karışıp, dilediği gibi gözlem yapamaz. Bu açığını ancak düş gücüyle ve anı bohçasına başvurarak kapatır. Ve okuyarak. Bu anlamda onlar düş yolculuklarında kimi zaman bizden daha özgürdür.
Sonuç itibariyle zindanda, o betimlemesi zor koşullarda üretmek ve “sanat” yapmak ayrıca takdiri hak eder. Ten'e “Ceza”nın Tin'e “Eza”ya dönüştüğü zindan koşullarına direnmiş ve o koşullarda üretebilmiş mahpusların sayısı da büyük emek sonucu hazırladığımız, “Duvarları Delen Çizgiler” adlı bu sergide/kitapta göreceğiniz gibi az değildir.
Sayfaları çevirmeye başladığınız anda, mahpusların imgeleriyle sadece bir hapishaneden diğerine değil, dünyanın dört bir yanına doğru yolculuğa çıkacaksınız…
- Adil Okay
Hapishaneler kimilerine göre “modern” dünyanın ayıbı, kimilerine göre ise aynasıdır. “Suç ve suçlu” tanımı da “Adalet” gibi görecelidir. Özcan Yaman'ın dediği gibi, özellikle son çeyrek yüzyılda, “Dışarıda beyni, içeride ise bedeni tutsak bir toplumsal yapının adım adım örüldüğünü görüyoruz. Oysa düşünen insan nerede olursa olsun “özgürdür”. Maddi hayatlarının kısıtlanması, onların soyut düşünme yetilerini yok edememişse, hâlâ umut var demektir…”
İşte bu umudu mahpus mektuplarında, edebi çalışmalarında, resimlerinde, karikatürlerinde görmek / okumak mümkün.
Öte yandan özellikle belirtmeliyim ki politik mahpuslar sanat edimlerinde sadece zindanı değil dışarıyı da başarıyla betimlemektedirler. Zira onlar anı bohçalarını asıl olarak dışarıda doldurmuşlardır. Elbette bu birikimi, estetiği ihmal etmeden, sanatın olmazsa olmaz kurallarıyla işleyip ak kâğıda ya da tuvale aktarmak çetrefilli iştir. Sanatçı yoğunlaşmak için kimi zaman kalabalıklara karışmak, kimi zaman da yalnız kalmak ister. Bu bir lüks değil, üretim daha iyi üretim için zorunluluktur. Ama zindandaki yazar-şair-ressam-karikatürist-besteci dilediği zaman yalnız kalamaz veya kalabalıklara karışıp, dilediği gibi gözlem yapamaz. Bu açığını ancak düş gücüyle ve anı bohçasına başvurarak kapatır. Ve okuyarak. Bu anlamda onlar düş yolculuklarında kimi zaman bizden daha özgürdür.
Sonuç itibariyle zindanda, o betimlemesi zor koşullarda üretmek ve “sanat” yapmak ayrıca takdiri hak eder. Ten'e “Ceza”nın Tin'e “Eza”ya dönüştüğü zindan koşullarına direnmiş ve o koşullarda üretebilmiş mahpusların sayısı da büyük emek sonucu hazırladığımız, “Duvarları Delen Çizgiler” adlı bu sergide/kitapta göreceğiniz gibi az değildir.
Sayfaları çevirmeye başladığınız anda, mahpusların imgeleriyle sadece bir hapishaneden diğerine değil, dünyanın dört bir yanına doğru yolculuğa çıkacaksınız…
- Adil Okay