Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler ve Cihangir Tuglar kitaplarının yazarı Turgut Güler’den Türkçenin tarihi seyri, Türk kimliğinin şekillenmesindeki önemi ve muhtelif coğrafyalarda asırlardır karşılaştığı ve bir şekilde üstesinden geldiği güçlüklere dair her cümlesi Türkçe hassasiyetiyle kaleme alınmış bir deneme…
Ali Şir Nevai’nin “ejderlerin beklediği hazine” olarak tarif ettiği Türkçe, Türk’ün var oluş sebebidir. Onun yaralanması, zedelenmesi, normal mecrasından çıkarılması, müdahale sınırlarını aşan bir zulümle budanması, hayal ufkunu çaresiz bırakan vandallıklarla yabancı emellere peşkeş çekilmesi, damarlarındaki kanın farkında olan her Türk’ü rencide eder.
Orhun Abideleri’nin orijinal metnini okuyup anlayacak nesli fantezi kabul etsek bile, perişan ve kirli manzarası içinde kitabesini muhafaza edebilmiş zavallı bir çeşmenin sağından solundan geçen kaç Türk çocuğu, orada yazılanları önce çözebilecek, sonra da anlayabilecektir? Maalesef, geldiğimiz dramatik nokta budur. Mes’ele, sadece çeşme kitabesinin yazıldığı alfabe de değildir. Aynı yazıyı Latin esaslı alfabe ile yazsak, bu sefer yine ortaya çıkan harf kümelerini manalandıracak kişileri bulmakta sıkıntıya düşeceğiz. Türkçeyi, 20. yüzyılda en sade ve anlaşılır biçimde eserlerine aksettiren Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halide Edib gibi yazarlarımızın yazdıkları, “sadeleştirme” işgüzarlığına kurban ediliyorsa, siz hangi çeşme kitabesinden bahis açacaksınız?
Orhun’dan Tuna’ya Uluğ Türkler ve Cihangir Tuglar kitaplarının yazarı Turgut Güler’den Türkçenin tarihi seyri, Türk kimliğinin şekillenmesindeki önemi ve muhtelif coğrafyalarda asırlardır karşılaştığı ve bir şekilde üstesinden geldiği güçlüklere dair her cümlesi Türkçe hassasiyetiyle kaleme alınmış bir deneme…
Ali Şir Nevai’nin “ejderlerin beklediği hazine” olarak tarif ettiği Türkçe, Türk’ün var oluş sebebidir. Onun yaralanması, zedelenmesi, normal mecrasından çıkarılması, müdahale sınırlarını aşan bir zulümle budanması, hayal ufkunu çaresiz bırakan vandallıklarla yabancı emellere peşkeş çekilmesi, damarlarındaki kanın farkında olan her Türk’ü rencide eder.
Orhun Abideleri’nin orijinal metnini okuyup anlayacak nesli fantezi kabul etsek bile, perişan ve kirli manzarası içinde kitabesini muhafaza edebilmiş zavallı bir çeşmenin sağından solundan geçen kaç Türk çocuğu, orada yazılanları önce çözebilecek, sonra da anlayabilecektir? Maalesef, geldiğimiz dramatik nokta budur. Mes’ele, sadece çeşme kitabesinin yazıldığı alfabe de değildir. Aynı yazıyı Latin esaslı alfabe ile yazsak, bu sefer yine ortaya çıkan harf kümelerini manalandıracak kişileri bulmakta sıkıntıya düşeceğiz. Türkçeyi, 20. yüzyılda en sade ve anlaşılır biçimde eserlerine aksettiren Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halide Edib gibi yazarlarımızın yazdıkları, “sadeleştirme” işgüzarlığına kurban ediliyorsa, siz hangi çeşme kitabesinden bahis açacaksınız?