Fantastik edebiyatın kraliçesi Nazlı Eray'dan bittikten sonra bile sürüp giden bir roman!
İyileşebilmek için, ‘Abalı Dede Türbesi'nde rüyaya yatan insanlar arasında başlayan bu roman, çeşitli rüyaların bir örgü gibi birbirine geçmesiyle, şaşırtıcı biçimde parçalanmış bir otobiyografiyi oluşturuyor. Belleğin karşı kıyısından bakılan, yaşamın yalnızca rüyalarda yükü hissedilen eski bölümlerini kapsayan bir otobiyografi. İçinde birçok rüya kişisini barındıran bu türbe, belki de yaşadığımız dünyanın ta kendisi. Şoför Sulakyurtlu Kazım'ın gündüzle geceyi ayıran çizgi üstündeki garip serüvenleri, İstanbul'u rüyasında gören adamın anlattıkları, Alfred Jarry'nin burjuva toplumunu tekmeleyen oyunu ‘Kral Übü', Tanrı Ciguri ile baş başa konuşmalar, anılarını yitiren bir insanın duyduğu o şampanya sarhoşluğu gibi hafiflik, kırmızı ışıklı, geçmişe sıkışmış bir garsoniyer odası, kendi cenazesini taşıyan bir ölü ve Arthur Rimbaud'nun o ürpetici sözü: ‘Gerçek yaşam yok. Biz dünyada değiliz.'
Edebiyat dünyamıza 'fantastik gerçekçilik'le girerek bugüne kadar bütün yapıtlarında bunu sürdüren Nazlı Eray, anı-roman türündeki bu kitabı ile yine çok alışılmış bir biçimde öyküsüne başlayıp sıradışı yorumuyla okurları bir kez daha değişik boyutlara götürüyor.
- Talat S. Halman
Fantastik edebiyatın kraliçesi Nazlı Eray'dan bittikten sonra bile sürüp giden bir roman!
İyileşebilmek için, ‘Abalı Dede Türbesi'nde rüyaya yatan insanlar arasında başlayan bu roman, çeşitli rüyaların bir örgü gibi birbirine geçmesiyle, şaşırtıcı biçimde parçalanmış bir otobiyografiyi oluşturuyor. Belleğin karşı kıyısından bakılan, yaşamın yalnızca rüyalarda yükü hissedilen eski bölümlerini kapsayan bir otobiyografi. İçinde birçok rüya kişisini barındıran bu türbe, belki de yaşadığımız dünyanın ta kendisi. Şoför Sulakyurtlu Kazım'ın gündüzle geceyi ayıran çizgi üstündeki garip serüvenleri, İstanbul'u rüyasında gören adamın anlattıkları, Alfred Jarry'nin burjuva toplumunu tekmeleyen oyunu ‘Kral Übü', Tanrı Ciguri ile baş başa konuşmalar, anılarını yitiren bir insanın duyduğu o şampanya sarhoşluğu gibi hafiflik, kırmızı ışıklı, geçmişe sıkışmış bir garsoniyer odası, kendi cenazesini taşıyan bir ölü ve Arthur Rimbaud'nun o ürpetici sözü: ‘Gerçek yaşam yok. Biz dünyada değiliz.'
Edebiyat dünyamıza 'fantastik gerçekçilik'le girerek bugüne kadar bütün yapıtlarında bunu sürdüren Nazlı Eray, anı-roman türündeki bu kitabı ile yine çok alışılmış bir biçimde öyküsüne başlayıp sıradışı yorumuyla okurları bir kez daha değişik boyutlara götürüyor.
- Talat S. Halman