“İnsan bir taraftan cennete gideyim derken yaşamaya kalem çeker. Cehennemde yanmayayım diyerek de yasaklarla çevrelenmiş bir fanusun içine hapseder kendini. Şu soluk gökyüzünün altında yaşamımız kötü bir paranteze benziyor. Herkesin inancı kendi hapishanesi. Şu yamaçta, sabah rüzgârını içimize çekerek nefes almak bir mucize değil mi Cebrail? Yaşamayı neden uzakta arıyoruz? Cehennem de cennet de burada. Kış gelip geçecek, kuş bakışı gördüğümüz tarlalara tekrar buğdaylar ekilecek. Sonra ekinler ağır ağır boy verecek. Rüzgâr buğday tarlalarını dalgalandırdığında içimiz mutlulukla dolacak. Bıldırcınlar yuva yapacak oraya. Güneşin altında sarı sarı parlayacak başaklar. Bir tarla kuşu çığlık çığlığa ‘cennet burada avanaklar’ diye bağırdığında biz yine de bildiğimizi okuyacaksak işte cehennem odur Cebrail. Oysa her şey gelip geçici. Ömür bir ağacın gölgesinin altından bir atın sırtındayken geçme süresi kadar.”
Mehmet Taşdemir, kâh sakin kâh hırçın akan bir nehrin kenarında durup bize gözlemlerini anlatıyor su gibi berrak diliyle. O nehir bazen insan, bazen toplum, bazen zaman oluyor.
Yazarımız, adına “hayat” dediğimiz “endişe karnavalı”ndan sahneler sunuyor.
“İnsan bir taraftan cennete gideyim derken yaşamaya kalem çeker. Cehennemde yanmayayım diyerek de yasaklarla çevrelenmiş bir fanusun içine hapseder kendini. Şu soluk gökyüzünün altında yaşamımız kötü bir paranteze benziyor. Herkesin inancı kendi hapishanesi. Şu yamaçta, sabah rüzgârını içimize çekerek nefes almak bir mucize değil mi Cebrail? Yaşamayı neden uzakta arıyoruz? Cehennem de cennet de burada. Kış gelip geçecek, kuş bakışı gördüğümüz tarlalara tekrar buğdaylar ekilecek. Sonra ekinler ağır ağır boy verecek. Rüzgâr buğday tarlalarını dalgalandırdığında içimiz mutlulukla dolacak. Bıldırcınlar yuva yapacak oraya. Güneşin altında sarı sarı parlayacak başaklar. Bir tarla kuşu çığlık çığlığa ‘cennet burada avanaklar’ diye bağırdığında biz yine de bildiğimizi okuyacaksak işte cehennem odur Cebrail. Oysa her şey gelip geçici. Ömür bir ağacın gölgesinin altından bir atın sırtındayken geçme süresi kadar.”
Mehmet Taşdemir, kâh sakin kâh hırçın akan bir nehrin kenarında durup bize gözlemlerini anlatıyor su gibi berrak diliyle. O nehir bazen insan, bazen toplum, bazen zaman oluyor.
Yazarımız, adına “hayat” dediğimiz “endişe karnavalı”ndan sahneler sunuyor.