Kadınların toplumsal yaşamdaki yerini kim belirliyor? Kendileri mi? Yoksa erkekler mi?
“Denizde neden daha çok erkek görüyoruz, neden kadınlar daha az?” sorusuna yanıt ararken ortaya çıkan tablo hiç de iç açıcı değil: Kadınlar, sadece gemilerde/teknelerde değil, zaten nerede daha fazlalar ki? Erkekler nerede, ne kadarına izin vermişler, tıkadıkları yolları ne kadar açmaya çalışmışlar ki? Erkek Denizinde Kadın Gemiler işte bu tabloyu tarihsel kanıtları ve tanıklarıyla gözler önüne seriyor.
Denize açılan herkes bilir ki, seyir sırasında kuralları deniz koyar. İstediği zaman rüzgârıyla çullanır, istediği zaman gürler, istediği zaman uğuldar, istediği zaman da sükûnete bürünür. Denizci ya da gemi, denizin bütün hallerine ayak uydurmak, uyum sağlamak zorundadır. Denizin kurallarına boyun eğerek, onun gücü önünde şapkalarını çıkartıp ceketlerini ilikleyerek hayatta kalmayı sürdürür gemiler.
Erkekler belki de binlerce yıldır “kadın, deniz gibidir” deyip duruyorlar.
Ama aslında “deniz gibi” olan erkekler!
Kural koyan, “denizci” veya “gemi” olarak kabul edebileceğimiz kadınların hayatlarını zorlaştıran, esen, gürleyen, uğuldayan ta kendileri.
İzin veren, lütfeden, hem arzı hem de talebi belirleyen ve hükmeden onlar.
Erkek denizinde boğuşup duruyor kadın gemiler.
Erkeklerin yarattığı dünyada, hayatta kalmaya çalışıyor kadınlar.
Dünya nüfusunun bir yarısı, diğer yarısı üzerinde haksızca hüküm sürüyor.
En başından beri!
Kadınların toplumsal yaşamdaki yerini kim belirliyor? Kendileri mi? Yoksa erkekler mi?
“Denizde neden daha çok erkek görüyoruz, neden kadınlar daha az?” sorusuna yanıt ararken ortaya çıkan tablo hiç de iç açıcı değil: Kadınlar, sadece gemilerde/teknelerde değil, zaten nerede daha fazlalar ki? Erkekler nerede, ne kadarına izin vermişler, tıkadıkları yolları ne kadar açmaya çalışmışlar ki? Erkek Denizinde Kadın Gemiler işte bu tabloyu tarihsel kanıtları ve tanıklarıyla gözler önüne seriyor.
Denize açılan herkes bilir ki, seyir sırasında kuralları deniz koyar. İstediği zaman rüzgârıyla çullanır, istediği zaman gürler, istediği zaman uğuldar, istediği zaman da sükûnete bürünür. Denizci ya da gemi, denizin bütün hallerine ayak uydurmak, uyum sağlamak zorundadır. Denizin kurallarına boyun eğerek, onun gücü önünde şapkalarını çıkartıp ceketlerini ilikleyerek hayatta kalmayı sürdürür gemiler.
Erkekler belki de binlerce yıldır “kadın, deniz gibidir” deyip duruyorlar.
Ama aslında “deniz gibi” olan erkekler!
Kural koyan, “denizci” veya “gemi” olarak kabul edebileceğimiz kadınların hayatlarını zorlaştıran, esen, gürleyen, uğuldayan ta kendileri.
İzin veren, lütfeden, hem arzı hem de talebi belirleyen ve hükmeden onlar.
Erkek denizinde boğuşup duruyor kadın gemiler.
Erkeklerin yarattığı dünyada, hayatta kalmaya çalışıyor kadınlar.
Dünya nüfusunun bir yarısı, diğer yarısı üzerinde haksızca hüküm sürüyor.
En başından beri!