Sabahları Çarşı Camii'nin arkasındaki yıkık jandarma ahırlarının önünden, bir serçe sürüsü gibi cıvıldaşarak geçerdik. Okul biraz daha ileride, alçak duvarlı, oldukça geniş bir avlunun ortasında idi. Tek katlı bir yerdi, etrafında yükselen büyük kestane ağaçlarının birbirine karışmış koyu gölgeleri, bütün çatısını kaplardı. Biz daha, avlunun kapısından girmeden Hoca efendinin bulunup bulunmadığını, şöyle bir bakar, anlardık:-Abdurrahman Çelebi gelmiş mi be?-Gelmiş, gelmiş...
Sabahları Çarşı Camii'nin arkasındaki yıkık jandarma ahırlarının önünden, bir serçe sürüsü gibi cıvıldaşarak geçerdik. Okul biraz daha ileride, alçak duvarlı, oldukça geniş bir avlunun ortasında idi. Tek katlı bir yerdi, etrafında yükselen büyük kestane ağaçlarının birbirine karışmış koyu gölgeleri, bütün çatısını kaplardı. Biz daha, avlunun kapısından girmeden Hoca efendinin bulunup bulunmadığını, şöyle bir bakar, anlardık:-Abdurrahman Çelebi gelmiş mi be?-Gelmiş, gelmiş...