İçerdiği görsellerle, öne sürdüğü fikirlerle Analoji Mucizesi, fotoğrafla ilgili alışılagelen düşüncelere meydan okuyor ve okuru, dijital çağda “analog”un anlamını yeniden düşünmeye davet ediyor. Fotoğrafın ilk yıllarını farklı bir bakış açısıyla değerlendiren kitap, zihinlerde yeni bir ufuk açıyor.
Analoji Mucizesi, fotoğrafın yeniden kavramsallaştırılmasına dair nitelikli bir içerik sunuyor. Fotoğrafın insan gözünden ya da fotoğraf makinesinin objektifinden ziyade görülen şeyden kaynaklandığını ve dünyanın kendisini bize açmasının başlıca yolu olduğunu ileri sürüyor.
Geleneksel çalışmaların ele aldığı gibi ne bir gösterge ya da temsil ne de bir kopya olan fotoğrafik görüntü aslında bir analojidir. Bu ilke, varlığının her seviyesinde geçerlidir: Bir fotoğraf göndergesiyle, üretildiği negatifiyle, o negatiften basılan tüm diğer baskılarıyla ve bütün dijital “yavruları”yla analoji kurar.
Aynı zamanda fotoğraf, hem tekil görüntü hem de mecra düzeyinde, durdurulamaz biçimde gelişimseldir. Fotoğraf, bazıları görsel bazılarıysa mimari, felsefi ya da edebi olabilecek bir başka “akraba” arayışıyla zaman içinde ilerler. Nihayet fotoğraf, bizimle ve bize karşılık olarak gelişir. Tarihsel olarak okunaklı formlar üstlenir ancak genellikle yaptığımız gibi, onları kurtarıcı güçlerinden yoksun bıraktığımızda, başka bir yere gider.
İçerdiği görsellerle, öne sürdüğü fikirlerle Analoji Mucizesi, fotoğrafla ilgili alışılagelen düşüncelere meydan okuyor ve okuru, dijital çağda “analog”un anlamını yeniden düşünmeye davet ediyor. Fotoğrafın ilk yıllarını farklı bir bakış açısıyla değerlendiren kitap, zihinlerde yeni bir ufuk açıyor.
Analoji Mucizesi, fotoğrafın yeniden kavramsallaştırılmasına dair nitelikli bir içerik sunuyor. Fotoğrafın insan gözünden ya da fotoğraf makinesinin objektifinden ziyade görülen şeyden kaynaklandığını ve dünyanın kendisini bize açmasının başlıca yolu olduğunu ileri sürüyor.
Geleneksel çalışmaların ele aldığı gibi ne bir gösterge ya da temsil ne de bir kopya olan fotoğrafik görüntü aslında bir analojidir. Bu ilke, varlığının her seviyesinde geçerlidir: Bir fotoğraf göndergesiyle, üretildiği negatifiyle, o negatiften basılan tüm diğer baskılarıyla ve bütün dijital “yavruları”yla analoji kurar.
Aynı zamanda fotoğraf, hem tekil görüntü hem de mecra düzeyinde, durdurulamaz biçimde gelişimseldir. Fotoğraf, bazıları görsel bazılarıysa mimari, felsefi ya da edebi olabilecek bir başka “akraba” arayışıyla zaman içinde ilerler. Nihayet fotoğraf, bizimle ve bize karşılık olarak gelişir. Tarihsel olarak okunaklı formlar üstlenir ancak genellikle yaptığımız gibi, onları kurtarıcı güçlerinden yoksun bıraktığımızda, başka bir yere gider.