Yağmur yine başladı işte.
Ayağım su alıyor, başparmağım hissizleşmiş.
“Kuru bir saçak altı bulmalı” diyorum.
Tünelin başındayım şimdi, Narmanlı Han hemen dibimde.
“Kedili Han” nam-ı diğer.
Koşuyorum ağzımdan dumanlar çıkararak.
Hemen dipte oturan, otuz kedili Fransız Madam,
Çıplak ve ölgün ampulün altındaki eski salonundan,
“Gel, gel” işareti yapıyor.
Han’ın avlusundan, göğe bakıyorum.
İri damlalar, yüzümden boynuma akıp,
Uzun atkımdan koynuma giriyor.
“Ne güzel” diyorum.
Yaşıyorum. Evet, lanet olsun ama yaşıyorum işte…
Fransız kadın bana bakıyor, kediler ayaklarıma sürünüyor.
Sarışın adam, Fransızca bir şarkı söylüyor,
“Vivre la vie” diye,
Anlamıyorum.
Derim ya hep, “Fransızcam yok maalesef…”
Yağmur yine başladı işte.
Ayağım su alıyor, başparmağım hissizleşmiş.
“Kuru bir saçak altı bulmalı” diyorum.
Tünelin başındayım şimdi, Narmanlı Han hemen dibimde.
“Kedili Han” nam-ı diğer.
Koşuyorum ağzımdan dumanlar çıkararak.
Hemen dipte oturan, otuz kedili Fransız Madam,
Çıplak ve ölgün ampulün altındaki eski salonundan,
“Gel, gel” işareti yapıyor.
Han’ın avlusundan, göğe bakıyorum.
İri damlalar, yüzümden boynuma akıp,
Uzun atkımdan koynuma giriyor.
“Ne güzel” diyorum.
Yaşıyorum. Evet, lanet olsun ama yaşıyorum işte…
Fransız kadın bana bakıyor, kediler ayaklarıma sürünüyor.
Sarışın adam, Fransızca bir şarkı söylüyor,
“Vivre la vie” diye,
Anlamıyorum.
Derim ya hep, “Fransızcam yok maalesef…”