Bu çalışmada, esasen oldukça yaygın bir sorun olan sistematik ve süreğen biçimde gerçekleşen ev içi şiddete ceza hukukunun nasıl yaklaşması gerektiğine dair bir değerlendirme yapmayı amaçladım. Erkek tipi şiddetin kavramsallaştırmasını yapma eğiliminde olan hukuk karşısında, meşru savunma düzenlemelerinin temelindeki ataerkil yapının ortaya konulmasının zorunlu olduğunu düşünüyorum. Liberal hukuk düzenlemelerinin eşit olmayan taraflara nötr olduğu iddia edilen hukuki düzenlemelerle yaklaşması, var olan eşitsiz yapıyı perçinlemekte ve pozitif hukukun meşru savunma düzenlemeleri de örselenmiş kadınlar bakımından bu düşünceyle değerlendirilmelidir.
Türkiye’de ceza hukukuyla ilgili çalışmalarda, hukukçuların meselelere sosyopolitik açıdan yaklaşmaktan imtina etmeleri; erkek şiddeti gibi tarihsel ve asimetrik güç ilişkilerine içkin konuların dahi yalnızca kanun hükümlerinin teknik incelemesi şeklinde mekanik bir biçimde tartışılması, bu konuyla ilgilenmemdeki en büyük etkenlerden oldu. Kendisine uzun yıllar şiddet uygulayan partnerlerini öldüren örselenmiş kadınların, meşru savunma hâlinde olup olmadıklarını değerlendirmeden önce meşru savunma düzenlemelerine gömülü patriyarkal yapının sorgulanması ve hukukun erkek deneyimlerini kavramsallaştıran bir araç olarak bu düzenlemeler bakımından da kadın deneyimlerini kapsamına almadığına işaret etmek gerekiyordu.
Bu çalışmada, meşru savunma tartışmasına sürekli şiddet hâli olarak adlandırdığım ve uzun yıllar partnerinden fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet gören kadının içinde bulunduğu şiddet biçimini tanımlayan yeni bir kavram ışığında yaklaştım. Söz konusu sürekli şiddet hâli kavramı, erkeğin kadına uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddetin ataklar halinde geldiği ancak hem psikolojik şiddetin hem de bir bütün olarak şiddetin kendisinin aralıksız biçimde devam ettiğine vurgu yapmaktadır. Umarım literatüre yaptığım bu küçük katkı, mahkemelerde örselenmiş kadınların partnerlerini öldürdükleri davalarda “saldırının mevcut olmadığı ve bu nedenle meşru savunma hükümlerinin uygulanamayacağı” kabulünün terk edilmesine ve söz konusu şiddetin süreğenliğinin göz önünde bulundurulmasına vesile olur.
Bu çalışmada, esasen oldukça yaygın bir sorun olan sistematik ve süreğen biçimde gerçekleşen ev içi şiddete ceza hukukunun nasıl yaklaşması gerektiğine dair bir değerlendirme yapmayı amaçladım. Erkek tipi şiddetin kavramsallaştırmasını yapma eğiliminde olan hukuk karşısında, meşru savunma düzenlemelerinin temelindeki ataerkil yapının ortaya konulmasının zorunlu olduğunu düşünüyorum. Liberal hukuk düzenlemelerinin eşit olmayan taraflara nötr olduğu iddia edilen hukuki düzenlemelerle yaklaşması, var olan eşitsiz yapıyı perçinlemekte ve pozitif hukukun meşru savunma düzenlemeleri de örselenmiş kadınlar bakımından bu düşünceyle değerlendirilmelidir.
Türkiye’de ceza hukukuyla ilgili çalışmalarda, hukukçuların meselelere sosyopolitik açıdan yaklaşmaktan imtina etmeleri; erkek şiddeti gibi tarihsel ve asimetrik güç ilişkilerine içkin konuların dahi yalnızca kanun hükümlerinin teknik incelemesi şeklinde mekanik bir biçimde tartışılması, bu konuyla ilgilenmemdeki en büyük etkenlerden oldu. Kendisine uzun yıllar şiddet uygulayan partnerlerini öldüren örselenmiş kadınların, meşru savunma hâlinde olup olmadıklarını değerlendirmeden önce meşru savunma düzenlemelerine gömülü patriyarkal yapının sorgulanması ve hukukun erkek deneyimlerini kavramsallaştıran bir araç olarak bu düzenlemeler bakımından da kadın deneyimlerini kapsamına almadığına işaret etmek gerekiyordu.
Bu çalışmada, meşru savunma tartışmasına sürekli şiddet hâli olarak adlandırdığım ve uzun yıllar partnerinden fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet gören kadının içinde bulunduğu şiddet biçimini tanımlayan yeni bir kavram ışığında yaklaştım. Söz konusu sürekli şiddet hâli kavramı, erkeğin kadına uyguladığı fiziksel ve psikolojik şiddetin ataklar halinde geldiği ancak hem psikolojik şiddetin hem de bir bütün olarak şiddetin kendisinin aralıksız biçimde devam ettiğine vurgu yapmaktadır. Umarım literatüre yaptığım bu küçük katkı, mahkemelerde örselenmiş kadınların partnerlerini öldürdükleri davalarda “saldırının mevcut olmadığı ve bu nedenle meşru savunma hükümlerinin uygulanamayacağı” kabulünün terk edilmesine ve söz konusu şiddetin süreğenliğinin göz önünde bulundurulmasına vesile olur.