Bir içkinlik felsefesi olarak Deleuze düşüncesinin dini alan açı- sından tutumu, teolojinin aşkınlık’la felsefenin ise içkinlik’le ilişkilendirilmesine bağlı olarak her türlü Bütün ya da Bir gibi kavramlardan uzak durulması yönündedir. Böyle bir düşünce biçimi, anti-hiyerarşik bir tutumla olguya yönelik her türlü bilişsel kanaatlerin karşısında olan tamamen materyalist ve ampirist bir içkinlik düzleminde Nietzscheci bir neşe ile yaşamın onaylanması şeklinde gerçekleşir. Deleuze, Tanrı’yla merkezlenmiş bir evrene, sabit ve hiyerarşik bütün yapılara karşı çıkarak aşkınlığın bütün tiplerini devirip mutlak bir içkinlik düzleminde kalmanın yollarını arar. Düşüncenin, bedenler arası hiyerarşik düalitelerinden değil de bedenler arası etki ya da ilişki kavramından hareket eden yeni ve üretken bir ontolojisini savunur. İçkinliğin bu şekilde öne çıkarılması, aşkın alanın içkinlik içinde eritilerek yeni ve manevi bir aşkınlığın geliştirilmesi, Deleuze düşüncesinin teolojik bir bağlamda okunmasının imkânı olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla bu çalışma, çağdaş dönemlerdeki a-teist ya da seküler teolojilerin en iyi örneklerinden birisi olabilecek Deleuze’ün seküler teolojisini ele almaya çalışan bir gayret olarak değerlendirilebilir.
Bir içkinlik felsefesi olarak Deleuze düşüncesinin dini alan açı- sından tutumu, teolojinin aşkınlık’la felsefenin ise içkinlik’le ilişkilendirilmesine bağlı olarak her türlü Bütün ya da Bir gibi kavramlardan uzak durulması yönündedir. Böyle bir düşünce biçimi, anti-hiyerarşik bir tutumla olguya yönelik her türlü bilişsel kanaatlerin karşısında olan tamamen materyalist ve ampirist bir içkinlik düzleminde Nietzscheci bir neşe ile yaşamın onaylanması şeklinde gerçekleşir. Deleuze, Tanrı’yla merkezlenmiş bir evrene, sabit ve hiyerarşik bütün yapılara karşı çıkarak aşkınlığın bütün tiplerini devirip mutlak bir içkinlik düzleminde kalmanın yollarını arar. Düşüncenin, bedenler arası hiyerarşik düalitelerinden değil de bedenler arası etki ya da ilişki kavramından hareket eden yeni ve üretken bir ontolojisini savunur. İçkinliğin bu şekilde öne çıkarılması, aşkın alanın içkinlik içinde eritilerek yeni ve manevi bir aşkınlığın geliştirilmesi, Deleuze düşüncesinin teolojik bir bağlamda okunmasının imkânı olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla bu çalışma, çağdaş dönemlerdeki a-teist ya da seküler teolojilerin en iyi örneklerinden birisi olabilecek Deleuze’ün seküler teolojisini ele almaya çalışan bir gayret olarak değerlendirilebilir.