Göçebe Kuşlar; ülkesi gibi parçalanmış bir ailenin hikâyesini, yurtsuzluğun kalbinde doğan iki kardeşin köklerine yani anayurtlarına yaptıkları yolculuk üzerinden anlatan gerçek bir hikâye! Aidiyetlerinden kopmanın dehşetini farklı biçimlerde yaşayanları, sürgünlüğü, mülteciliği, eksilmeyi, yarım kalmışlığı, hırsı, öfkeyi, inkârı, herkesin izini sürüp de bulamadığı aşkı anlatıyor. Göçebe Kuşların kahramanları bazen yaşamlarına kanlı notalar dökülürken dönüp dünyanın kalbine çıplak gözle bakıyor, bazen avuçlarındaki umuda, çocukluklarındaki o muhteşem manzaralara sıkıca sarılıyor, bazen de kayıp suretlerde saklanan acının, kederin ve hüznün izini sürüyor.
Sayfalar boyunca ilerlediğinizde karanlık kuyularda yankılanan sessizlikle, bir çakıl taşına bile ruh üfleyen azmin, özgürlüğe olan inancın Sur’da, Cizre’de ete kemiğe bürünmesiyle karşılaşacaksınız. Yani vahşi bir çağın baldıranlar ve zehirlerle üstümüze indiği o karanlık günlerde, dinmeyen bir tutkunun isyan ateşini kalbiyle tutuşturanlarla, deniz genişliği alevden inançlarının kavurucu dalgalarına sessizce gömülürken bile bize bilgelerin merhametiyle gülümseyerek veda edenlerle tanışacaksınız. Biraz daha ilerlediğinizde ise kendi küllerinden dirilmeye çalışan bir ülkenin çıkmaz sokaklarıyla, yitip giden sevdalarla, her mevsimde soluğuyla yaşamı yeniden diriltenlerle ve mercan parmaklarıyla hür dağların saçlarını usulca okşayarak her sabah güneşi yeniden doğuranlarla göz göze geleceksiniz.
Nihayetinde Göçebe Kuşlar, kendi çağında kaybolup gidenler için her zaman birer yol gösterici. Umutsuzluğun ve kimsesizliğin yakıcı çöllerinde yolunu ve ruhunu yitirmiş tüm çaresizler, billur suların fışkırdığı yemyeşil vahalara ulaşabilsinler diye yaralarını tekrar tekrar açıp kanlarıyla izler bırakırken, hikâyenin kahramanları her defasında geridekilere dönüp yeniden soracaktır: “Bir ülke değilse yürek dediğiniz nedir ki! Bir başkası orada nefes alıp vermediyse düş dediğiniz nedir ki!”
Göçebe Kuşlar; ülkesi gibi parçalanmış bir ailenin hikâyesini, yurtsuzluğun kalbinde doğan iki kardeşin köklerine yani anayurtlarına yaptıkları yolculuk üzerinden anlatan gerçek bir hikâye! Aidiyetlerinden kopmanın dehşetini farklı biçimlerde yaşayanları, sürgünlüğü, mülteciliği, eksilmeyi, yarım kalmışlığı, hırsı, öfkeyi, inkârı, herkesin izini sürüp de bulamadığı aşkı anlatıyor. Göçebe Kuşların kahramanları bazen yaşamlarına kanlı notalar dökülürken dönüp dünyanın kalbine çıplak gözle bakıyor, bazen avuçlarındaki umuda, çocukluklarındaki o muhteşem manzaralara sıkıca sarılıyor, bazen de kayıp suretlerde saklanan acının, kederin ve hüznün izini sürüyor.
Sayfalar boyunca ilerlediğinizde karanlık kuyularda yankılanan sessizlikle, bir çakıl taşına bile ruh üfleyen azmin, özgürlüğe olan inancın Sur’da, Cizre’de ete kemiğe bürünmesiyle karşılaşacaksınız. Yani vahşi bir çağın baldıranlar ve zehirlerle üstümüze indiği o karanlık günlerde, dinmeyen bir tutkunun isyan ateşini kalbiyle tutuşturanlarla, deniz genişliği alevden inançlarının kavurucu dalgalarına sessizce gömülürken bile bize bilgelerin merhametiyle gülümseyerek veda edenlerle tanışacaksınız. Biraz daha ilerlediğinizde ise kendi küllerinden dirilmeye çalışan bir ülkenin çıkmaz sokaklarıyla, yitip giden sevdalarla, her mevsimde soluğuyla yaşamı yeniden diriltenlerle ve mercan parmaklarıyla hür dağların saçlarını usulca okşayarak her sabah güneşi yeniden doğuranlarla göz göze geleceksiniz.
Nihayetinde Göçebe Kuşlar, kendi çağında kaybolup gidenler için her zaman birer yol gösterici. Umutsuzluğun ve kimsesizliğin yakıcı çöllerinde yolunu ve ruhunu yitirmiş tüm çaresizler, billur suların fışkırdığı yemyeşil vahalara ulaşabilsinler diye yaralarını tekrar tekrar açıp kanlarıyla izler bırakırken, hikâyenin kahramanları her defasında geridekilere dönüp yeniden soracaktır: “Bir ülke değilse yürek dediğiniz nedir ki! Bir başkası orada nefes alıp vermediyse düş dediğiniz nedir ki!”