Hayallerine ulaşan cesur bir asker olarak ilk görev yerime atandığımda, verdiğim savaşı kazanmış olmanın haklı gururu vardı üzerimde. Ancak daha ilk günden ekipte istenmediğimi öğrenmek hayallerimi yıkmak için yetmişti.
Kazandığım zaferin göstermelik olduğunu yeni bir savaşın içine girdiğimde anladım. Tüm söylenenlere inat mesleğimden ödün vermemek için dimdik ayakta dururken, kapımı çalan aşka karşı hazırlıksızdım. Beni istemeyen bir adama âşık olacak kadar da aptaldım.
Zorlu görevler, korkusuz bir ekip, gözü kara bir adam, saklanan sırlar ve acılarla dolu hayatın içine hızlı bir giriş yaptığımda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Canımız yanacak ama alışacaktık… Biz bu meslekte en çok bunu öğrenmiştik.
“Tan vakti,” dedim hayranlıkla. Geç de olsa anlamıştım; bu manzarayı görmemi istemişti. Tan vakti, güneşin doğduğu zamandı. Kara gözleri beni bulduğunda gülümsedi. “Doğma vaktin geldi Güneş.”
Hayatımın tam da en güzel zamanlarını yaşayacağım sırada, sevdiğim adamla mesleğim arasında
sıkışıp kalmış çırpınıyordum. Benim için bu araf, zindandan başka bir şey değildi. İkisi de
vazgeçemeyeceğim, sırtımı dönemeyeceğim şeylerdi.
Ben, Gölge’nin Güneş’i.
İlk defa Pala’nın Güneş’i olmak isterken kâbusları olmuştum. Onu hastane odasında yaralı hâlde
bırakıp gittiğimde, aslında kalbimi de orada bıraktığımı biliyordum.
Şimdi ise sonumun meçhul olduğu bu yerde, onca düşmanın arasında tek düşündüğüm, olur da
geri dönebilirsem karşılaşacağım o kara gözlerdi...
“Aldın intikamını. Beni it gibi arkanda yaralı hâlde bırakıp gittin. Nasıl bıraktın Bahar? Hiç mi
üzülmedin? Aklına gelmedi mi çekeceğim acı?”
“Beni anla istedim. Beni, bu mesleğe olan aşkımı anla istedim. Hiç yoktan ben senin gibi arkandan
iş çevirmedim. Görev aldım ve göreve gittim.”
Birbirine zıt iki duyguyu aynı anda hissetmenin mümkün olabileceğini anlamak için bazı şeyleri yaşamam gerekiyordu belki de.
Yine de anlayamıyordum...
Sevinmek ve üzülmek aynı anda yaşanabilir mi? İnsanın bir yanı mutlulukla dans ederken diğer yanı acıyla kavrulabilir mi?
Oluyormuş meğer. Şu dünyada, kısacık ömrümüzde her şey mümkün olabiliyormuş.
Bunca zaman çektiğim acı meğer daha ileride çekeceklerime ön hazırlıkmış. En ağır imtihansa unutulmakmış.
“Bana kaybettiklerimi hatırlatan o dağlara dönmek istemiyorum. Umutlarımı, sevincimi elimden alan kaderime geri dönmek istemiyorum. Sense benim tek vazgeçilmezimsin Bahar.”
Hayallerine ulaşan cesur bir asker olarak ilk görev yerime atandığımda, verdiğim savaşı kazanmış olmanın haklı gururu vardı üzerimde. Ancak daha ilk günden ekipte istenmediğimi öğrenmek hayallerimi yıkmak için yetmişti.
Kazandığım zaferin göstermelik olduğunu yeni bir savaşın içine girdiğimde anladım. Tüm söylenenlere inat mesleğimden ödün vermemek için dimdik ayakta dururken, kapımı çalan aşka karşı hazırlıksızdım. Beni istemeyen bir adama âşık olacak kadar da aptaldım.
Zorlu görevler, korkusuz bir ekip, gözü kara bir adam, saklanan sırlar ve acılarla dolu hayatın içine hızlı bir giriş yaptığımda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Canımız yanacak ama alışacaktık… Biz bu meslekte en çok bunu öğrenmiştik.
“Tan vakti,” dedim hayranlıkla. Geç de olsa anlamıştım; bu manzarayı görmemi istemişti. Tan vakti, güneşin doğduğu zamandı. Kara gözleri beni bulduğunda gülümsedi. “Doğma vaktin geldi Güneş.”
Hayatımın tam da en güzel zamanlarını yaşayacağım sırada, sevdiğim adamla mesleğim arasında
sıkışıp kalmış çırpınıyordum. Benim için bu araf, zindandan başka bir şey değildi. İkisi de
vazgeçemeyeceğim, sırtımı dönemeyeceğim şeylerdi.
Ben, Gölge’nin Güneş’i.
İlk defa Pala’nın Güneş’i olmak isterken kâbusları olmuştum. Onu hastane odasında yaralı hâlde
bırakıp gittiğimde, aslında kalbimi de orada bıraktığımı biliyordum.
Şimdi ise sonumun meçhul olduğu bu yerde, onca düşmanın arasında tek düşündüğüm, olur da
geri dönebilirsem karşılaşacağım o kara gözlerdi...
“Aldın intikamını. Beni it gibi arkanda yaralı hâlde bırakıp gittin. Nasıl bıraktın Bahar? Hiç mi
üzülmedin? Aklına gelmedi mi çekeceğim acı?”
“Beni anla istedim. Beni, bu mesleğe olan aşkımı anla istedim. Hiç yoktan ben senin gibi arkandan
iş çevirmedim. Görev aldım ve göreve gittim.”
Birbirine zıt iki duyguyu aynı anda hissetmenin mümkün olabileceğini anlamak için bazı şeyleri yaşamam gerekiyordu belki de.
Yine de anlayamıyordum...
Sevinmek ve üzülmek aynı anda yaşanabilir mi? İnsanın bir yanı mutlulukla dans ederken diğer yanı acıyla kavrulabilir mi?
Oluyormuş meğer. Şu dünyada, kısacık ömrümüzde her şey mümkün olabiliyormuş.
Bunca zaman çektiğim acı meğer daha ileride çekeceklerime ön hazırlıkmış. En ağır imtihansa unutulmakmış.
“Bana kaybettiklerimi hatırlatan o dağlara dönmek istemiyorum. Umutlarımı, sevincimi elimden alan kaderime geri dönmek istemiyorum. Sense benim tek vazgeçilmezimsin Bahar.”