
Bu günlerde kendimi dipnot gibi hissediyorum. Gereksiz, en alta atılmış gibi. Annen dinlemiyorsa baban dinlemiyorsa sessizliğime ses vermiyorlarsa sizce de dipnot gibi değil miyim? Ben Aybüke Patronun Kızı Dilleri susmuş gözler konuşmaya başlamıştı: Dinlemediniz, anlamadınız. Fırsat bile vermediniz. Ne zaman niyetlensek ‘SÖZÜMÜ KESME’ dediniz. Anlat biz de seni dinleriz diyemediniz.” dedi Aybüke’nin mavi bakan gözleri. Hıncahınç dolu Karşıyaka Mezarlığı birden boşalıverdi. Geriye dört mezar sekiz aile kalmıştı. Güneşli hava yüzünden kısa kollu gömlek, tişörtle gelmişti insanlar. Birden yağmaya başlayan yağmur, gökyüzünü kaplayan karabulutlar, doğa olayları değil de sanki insanların anlaşılamama, anlaşamama çizgilerini çizmişlerdi. Konuşmayı bilmeyen yeri gelip beceremeyen ardından hep karşısındakini suçlayan dilsiz uşak misaliydi insanlar. Ve yüzyılın hastalığı ne şu ne bu ne de adını söylemeye dahi çekindiğimiz hastalıklardı. İnsanlığın tek bir hastalığı vardı: İletişimsizlik… Her şey, üç arkadaşın monotonluktan kurtulmak, renksizlik denizinde yüzen yaşamlarına renk katmak niyetleriyle başlar. Klasik ruh çağırma seansıydı yaptıkları. Olacakları tahmin bile edemediler. Sırlar çözülmüş ama iş işten çoktan geçmişti. Olan, günahsız Ayseli’ye olmuştu.
Bu günlerde kendimi dipnot gibi hissediyorum. Gereksiz, en alta atılmış gibi. Annen dinlemiyorsa baban dinlemiyorsa sessizliğime ses vermiyorlarsa sizce de dipnot gibi değil miyim? Ben Aybüke Patronun Kızı Dilleri susmuş gözler konuşmaya başlamıştı: Dinlemediniz, anlamadınız. Fırsat bile vermediniz. Ne zaman niyetlensek ‘SÖZÜMÜ KESME’ dediniz. Anlat biz de seni dinleriz diyemediniz.” dedi Aybüke’nin mavi bakan gözleri. Hıncahınç dolu Karşıyaka Mezarlığı birden boşalıverdi. Geriye dört mezar sekiz aile kalmıştı. Güneşli hava yüzünden kısa kollu gömlek, tişörtle gelmişti insanlar. Birden yağmaya başlayan yağmur, gökyüzünü kaplayan karabulutlar, doğa olayları değil de sanki insanların anlaşılamama, anlaşamama çizgilerini çizmişlerdi. Konuşmayı bilmeyen yeri gelip beceremeyen ardından hep karşısındakini suçlayan dilsiz uşak misaliydi insanlar. Ve yüzyılın hastalığı ne şu ne bu ne de adını söylemeye dahi çekindiğimiz hastalıklardı. İnsanlığın tek bir hastalığı vardı: İletişimsizlik… Her şey, üç arkadaşın monotonluktan kurtulmak, renksizlik denizinde yüzen yaşamlarına renk katmak niyetleriyle başlar. Klasik ruh çağırma seansıydı yaptıkları. Olacakları tahmin bile edemediler. Sırlar çözülmüş ama iş işten çoktan geçmişti. Olan, günahsız Ayseli’ye olmuştu.