Bu Ayla'nın, günlerdir çalkantılı bir denizde yaptığı yolculuktan sonra, sığınmayı başardığı en güvenli limandı. Öyle ki, ne çapa atmak, ne de iskeledeki babalara sıkı sıkıya tutunmak gerekiyordu. Olabildiğince hür, katışıksız, hesapsız ve kitapsızdı. Liman o kadar güvenliydi ki, giysilerinin korumasına bile ihtiyacı yoktu!
Bazı insanların bir biri ardına attığı kahkahaların ve söylediği şarkıların ardına gizlenmiş ne büyük hüzünleri, acıları, yaşadığı ve yaşamayı başaramadığı hayalleri, içinde biriken ve hiç bir şekilde doldurmayı başaramadığı boşlukları vardır. Ne yapsa kapatamadığı, iyileştiremediği, kabuk bağlatamadığı yaraları!
İlk kez Ayla'dan yana döndü Sinan. İlk gece duyduğu incir kokusunu ve tadını aldı yine. Bu olsa olsa bu akşam, arkadaşının evinde yediği yemişin ağzında bıraktığı rayihadan olmalıydı. Çok ince bir fark vardı ikisi arasında. Şimdi tam da incirin olgunlaşıp tatlandığı andı. Ama en sevdiğinden, kendi toprağında yetişen, su değmemiş, yerli incir, Babakale, Gülpınar inciri, Tuzla, Kocaköy, Bademli inciri. Balı olgunlaşıp damlamaya hazır olanından. Ayla'nın, iki göğsünün arasında, artık silinip gitmeye meyilli yanık izini buldu karanlıkta. Usulca bir buse kondurdu. Ayla, zifiri karanlıkta teninde gezinen ışığı fark etti. Bu ışık, sevdiği adamın parmak uçlarından çıkıp, pembe tenine usul usul yayılıyordu.
Her gün, aralıksız yedi saat toprağı özenle eşelemekte olan kızın gözleri, yeni bir hazine peşinde değildi artık. Yine de, tıpkı geçen ay yaşadıkları tufanın, toprak ananın en gizli yerindeki altın sikkeleri çamura bulayarak ortaya çıkardığı gibi, Ayla da, kendi yüzünü gizlemekten bıkan ve tarih kokulu eserleri bulmaya devam edecekti. Aslında bu hazine, Ayla'nın kalbinin Apollon Smintheus Kutsal Kazı Alanı’na yansımasıydı sadece.
Toprağın yağmuru karşılama ayini, ozon kokularının tüm bahçeye yayılması ile sürdü. ''Güneşte yanacaksın, rüzgarda üşüyecek, karda donacaksın. Yağmur yağdığında da ıslanacaksın!'' der büyüklerimiz. Sinan da öyle yaptı. Hiç acele etmeden, özenle topladı bahçedeki sebzeleri. Taze sarımsağı ve reyhanı da unutmadı. Saçlarından yüzüne bulaştı yağmur damlaları. Keşke insanın içine, yüreğine de yağabilseydi. O zaman içimiz ve ruhumuz yıkanır, tüm kötülüklerden, acı ve üzüntülerden arınırdık!
Bu Ayla'nın, günlerdir çalkantılı bir denizde yaptığı yolculuktan sonra, sığınmayı başardığı en güvenli limandı. Öyle ki, ne çapa atmak, ne de iskeledeki babalara sıkı sıkıya tutunmak gerekiyordu. Olabildiğince hür, katışıksız, hesapsız ve kitapsızdı. Liman o kadar güvenliydi ki, giysilerinin korumasına bile ihtiyacı yoktu!
Bazı insanların bir biri ardına attığı kahkahaların ve söylediği şarkıların ardına gizlenmiş ne büyük hüzünleri, acıları, yaşadığı ve yaşamayı başaramadığı hayalleri, içinde biriken ve hiç bir şekilde doldurmayı başaramadığı boşlukları vardır. Ne yapsa kapatamadığı, iyileştiremediği, kabuk bağlatamadığı yaraları!
İlk kez Ayla'dan yana döndü Sinan. İlk gece duyduğu incir kokusunu ve tadını aldı yine. Bu olsa olsa bu akşam, arkadaşının evinde yediği yemişin ağzında bıraktığı rayihadan olmalıydı. Çok ince bir fark vardı ikisi arasında. Şimdi tam da incirin olgunlaşıp tatlandığı andı. Ama en sevdiğinden, kendi toprağında yetişen, su değmemiş, yerli incir, Babakale, Gülpınar inciri, Tuzla, Kocaköy, Bademli inciri. Balı olgunlaşıp damlamaya hazır olanından. Ayla'nın, iki göğsünün arasında, artık silinip gitmeye meyilli yanık izini buldu karanlıkta. Usulca bir buse kondurdu. Ayla, zifiri karanlıkta teninde gezinen ışığı fark etti. Bu ışık, sevdiği adamın parmak uçlarından çıkıp, pembe tenine usul usul yayılıyordu.
Her gün, aralıksız yedi saat toprağı özenle eşelemekte olan kızın gözleri, yeni bir hazine peşinde değildi artık. Yine de, tıpkı geçen ay yaşadıkları tufanın, toprak ananın en gizli yerindeki altın sikkeleri çamura bulayarak ortaya çıkardığı gibi, Ayla da, kendi yüzünü gizlemekten bıkan ve tarih kokulu eserleri bulmaya devam edecekti. Aslında bu hazine, Ayla'nın kalbinin Apollon Smintheus Kutsal Kazı Alanı’na yansımasıydı sadece.
Toprağın yağmuru karşılama ayini, ozon kokularının tüm bahçeye yayılması ile sürdü. ''Güneşte yanacaksın, rüzgarda üşüyecek, karda donacaksın. Yağmur yağdığında da ıslanacaksın!'' der büyüklerimiz. Sinan da öyle yaptı. Hiç acele etmeden, özenle topladı bahçedeki sebzeleri. Taze sarımsağı ve reyhanı da unutmadı. Saçlarından yüzüne bulaştı yağmur damlaları. Keşke insanın içine, yüreğine de yağabilseydi. O zaman içimiz ve ruhumuz yıkanır, tüm kötülüklerden, acı ve üzüntülerden arınırdık!