Gerçek anlamda güzel O’dur ve güzellik O’na ait. O’nun güzeli sevmesi, güzelin sevilecek bir değer olması, bize kendi ‘güzel’lerimizi ifade etme sorumluluğu yüklüyor. İnsanın yaratılışı aşk üzere olduğundan, güzelleşme serüvenimizin her aşaması, O’nun aşk sanatını anlama ve anlamlandırma çabasıdır biraz da.
Bunu tahayyül ederek eserlerini icra eden sanatçılar, kendi ifade biçimlerini belli bir edep, belli hudutlar çerçevesinde ve belli bir yalınlık ve derinlik içinde oluşturmayı başarmış ‘tevhid sanatçıları’dır bana göre. Onların her birinin ille aynı inançtan, aynı coğrafyadan gelmesi gerekmiyor. Bu yüzden tırnak içinde kullanmaya gayret ettim bu tanımımı.
Verdiğim örnekler arasında Erice’nin veya Majidi’nin filmleri de yer aldı, Giacometti’nin heykelleri, Balthus’un tabloları da, Firdevsi’nin, Şebüsteri’nin, Yunus Emre’nin, İbn Arabi’nin, Şeyh Galip’in sözleri de. Hafız Osman’ın, Turgut Cansever’in, Erol Akyavaş’ın ya da Sezai Karakoç’un, Tanpınar’ın eserleri kadar, Dostoyevski’nin, Bachmann’ın, Yukio Mişima’nın, Rilke’nin, Milan Kundera’nın eserleri de söz konusu edildi. Turan Koç’dan Mustafa Tatcı’ya Jean Paul Sartre’dan Titus Burckhardt’a Kemal Tahir’den Beşir Ayvazoğlu’na, Adam Phillips’den Marc Auge’ye, Niyazi Mısri’den Fuzuli’ye, Malik Aksel’den Sami Baydar’a... ‘Tevhid sanatçıları’ hangi meşrepten olurlarsa olsun, ilhamı ‘kaynağından’ çektiklerinin az ya da çok şuurundadırlar bana göre. Hayret ve hayranlığımı arttırırlar hep.
Hakikat; bir yüz. Celali ve cemali bir arada; Güzel’in yüzü. Ne varsa Güzel’e ait. Gayrı yok. İnsanda birleşen her şey O’nun güzel sanatı. Bunu icra eden, çoğaltan, paylaşan, tüketen, yağmalayan, ifade eden, yansıtan herkesle Güzel yeni bir veçheye bürünüyor.
Gerçek anlamda güzel O’dur ve güzellik O’na ait. O’nun güzeli sevmesi, güzelin sevilecek bir değer olması, bize kendi ‘güzel’lerimizi ifade etme sorumluluğu yüklüyor. İnsanın yaratılışı aşk üzere olduğundan, güzelleşme serüvenimizin her aşaması, O’nun aşk sanatını anlama ve anlamlandırma çabasıdır biraz da.
Bunu tahayyül ederek eserlerini icra eden sanatçılar, kendi ifade biçimlerini belli bir edep, belli hudutlar çerçevesinde ve belli bir yalınlık ve derinlik içinde oluşturmayı başarmış ‘tevhid sanatçıları’dır bana göre. Onların her birinin ille aynı inançtan, aynı coğrafyadan gelmesi gerekmiyor. Bu yüzden tırnak içinde kullanmaya gayret ettim bu tanımımı.
Verdiğim örnekler arasında Erice’nin veya Majidi’nin filmleri de yer aldı, Giacometti’nin heykelleri, Balthus’un tabloları da, Firdevsi’nin, Şebüsteri’nin, Yunus Emre’nin, İbn Arabi’nin, Şeyh Galip’in sözleri de. Hafız Osman’ın, Turgut Cansever’in, Erol Akyavaş’ın ya da Sezai Karakoç’un, Tanpınar’ın eserleri kadar, Dostoyevski’nin, Bachmann’ın, Yukio Mişima’nın, Rilke’nin, Milan Kundera’nın eserleri de söz konusu edildi. Turan Koç’dan Mustafa Tatcı’ya Jean Paul Sartre’dan Titus Burckhardt’a Kemal Tahir’den Beşir Ayvazoğlu’na, Adam Phillips’den Marc Auge’ye, Niyazi Mısri’den Fuzuli’ye, Malik Aksel’den Sami Baydar’a... ‘Tevhid sanatçıları’ hangi meşrepten olurlarsa olsun, ilhamı ‘kaynağından’ çektiklerinin az ya da çok şuurundadırlar bana göre. Hayret ve hayranlığımı arttırırlar hep.
Hakikat; bir yüz. Celali ve cemali bir arada; Güzel’in yüzü. Ne varsa Güzel’e ait. Gayrı yok. İnsanda birleşen her şey O’nun güzel sanatı. Bunu icra eden, çoğaltan, paylaşan, tüketen, yağmalayan, ifade eden, yansıtan herkesle Güzel yeni bir veçheye bürünüyor.