“Her şeyin bir tecelli zamanı vardır. Tecrübelerime dayanarak biliyorum. İnsan istediği şeyi, her zaman, istediği gibi yazamaz.
İnsan, canı istemediği ve gönlü hoş olmadığı bir zamanda kendini zorlayarak bazı şeyler yazabilir. Ama bunlar sun’i aletler ve zorlama imkânlarla mevsimsiz yetiştirilen sebze ve çiçeklere benzer. Tadı, lezzeti ve kokusu mevsiminde yetişenlerle aynı değildir.
“Hakikat Çiçekleri” ismi ile böyle kısa cümlelerden oluşan bir eser yazmak aklımdan bile geçmezdi. Gariptir ki zaman bir vesile ile bunu bana yazdırıverdi.
Dersaadet’ten aldığım bir emirle (Makedonya) Berat Sancağı’na bağlı Loşna Kazası’na tahkikat için gitmiştim.
Mevsim bahardı. Üzerime aldığım göreve az-çok engel teşkil eder düşüncesiyle bu defa okumak için yanıma kitap almamıştım...
Akşamları kasabanın dışına çıkar etrafımdaki eşsiz manzaraya hayran hayran bakardım... Ben, bana dedim ki: Yanıma kitap almayışım isabet olmuş… Bak şimdi tabiat bana kâinat kitabını okutturuyor...
Ay gökte ışıklarla yoluna devam ediyordu. Dönüşte ay’ı düşünerek ona seslenircesine şöyle dedim:
Şu baş döndürücü yükseklikte tek başına yürümekten gururlanma, dolunayın (bedrin) hilâle, kemâlin zevâle dönüşüyor.
Şu varlıklar âleminde kimin büyüklük, zenginlik ve makamı devamlı kalmıştır ki, seninki kalsın.
Otuz gün gibi bir zaman içinde hilâlden dolunaya, dolunaydan hilâle ne kadar şekilden şekle girip çıktığını düşün de ibret al.
Ebedî kalıcı olan ne sensin, ne de senin ışık kaynağın…”
“Her şeyin bir tecelli zamanı vardır. Tecrübelerime dayanarak biliyorum. İnsan istediği şeyi, her zaman, istediği gibi yazamaz.
İnsan, canı istemediği ve gönlü hoş olmadığı bir zamanda kendini zorlayarak bazı şeyler yazabilir. Ama bunlar sun’i aletler ve zorlama imkânlarla mevsimsiz yetiştirilen sebze ve çiçeklere benzer. Tadı, lezzeti ve kokusu mevsiminde yetişenlerle aynı değildir.
“Hakikat Çiçekleri” ismi ile böyle kısa cümlelerden oluşan bir eser yazmak aklımdan bile geçmezdi. Gariptir ki zaman bir vesile ile bunu bana yazdırıverdi.
Dersaadet’ten aldığım bir emirle (Makedonya) Berat Sancağı’na bağlı Loşna Kazası’na tahkikat için gitmiştim.
Mevsim bahardı. Üzerime aldığım göreve az-çok engel teşkil eder düşüncesiyle bu defa okumak için yanıma kitap almamıştım...
Akşamları kasabanın dışına çıkar etrafımdaki eşsiz manzaraya hayran hayran bakardım... Ben, bana dedim ki: Yanıma kitap almayışım isabet olmuş… Bak şimdi tabiat bana kâinat kitabını okutturuyor...
Ay gökte ışıklarla yoluna devam ediyordu. Dönüşte ay’ı düşünerek ona seslenircesine şöyle dedim:
Şu baş döndürücü yükseklikte tek başına yürümekten gururlanma, dolunayın (bedrin) hilâle, kemâlin zevâle dönüşüyor.
Şu varlıklar âleminde kimin büyüklük, zenginlik ve makamı devamlı kalmıştır ki, seninki kalsın.
Otuz gün gibi bir zaman içinde hilâlden dolunaya, dolunaydan hilâle ne kadar şekilden şekle girip çıktığını düşün de ibret al.
Ebedî kalıcı olan ne sensin, ne de senin ışık kaynağın…”