Türk Hukukunda uzun yıllar doktrin yönünden ihmal edilen ama gelişen ekonomik koşullar ile birlikte önemi her geçen gün artan “Haksız Rekabet Hukuku”, 6102 Sayılı TTK’nun 54 ila 63. Maddelerinin kapsamında düzenlenmektedir. T.C. Anayasasının 17, 48, 167 ve 172 maddeleri çerçevesinde de rekabete dayalı bir ekonomik düzeni kurmak Devlet için hem bir hak hem de bir ödevdir.
Mehaz niteliğindeki İsviçre ‘deki “Haksız Rekabete Karşı Federal Kanun” gibi ayrı ve bağımsız bir kanun ile düzenlenmesi gerekmektedir. 1533 maddeden oluşan 6102 Sayılı TTK’nun en uzun maddesini oluşturan ve sadece uygulamada en s ık rastlanılan haksız rekabet hallerinin başlıcalarını örnek veren m.55 hükmü bile dikkate alındığında bu sonuca ulaşmak kaçınılmazdır. Kaldı ki düzenleme sadece ticari alandaki haksız rekabeti değil ,tüm haksız rekabet eylemlerini kapsamaktadır. Bu nedenle haksız rekabet kavramı klasik ticaret hukukunun kapsamı dışına taşmıştır.
Akademik hayata girdiğim ilk yıllardan beri haksız rekabet hukuku hep ilgimi çekmişti. Uzun yıllar ve çok yoğun bir şekilde yaptığım bilirkişilik görevi sırasında karşılaştığım birbirinden ilginç uyuşmazlıklar bu ilgimin çoğalarak artmasına neden olmuştur. Hazırladığım her raporun yüksek mahkeme aşamasını ilgiyle ve heyecanla takip etmekten hiç vazgeçmedim.
Bunlardan biri elinizdeki bu monografik eserin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK)’nun bankalara el koyduğu dönemde bir bankanın yaptığı reklam, konunun Türkiye’de ne denli az bilindiği gerçeğini ortaya çıkarmıştı. Reklamda sabah uyanan iki kişinin hikayesi dış sesle anlatılıyordu. İlk uyanan kişi günlük kişisel bakımını yapıp özenle kıyafetlerini giyip İsveç’de üretilen sağlamlığı ile bilinen bir araca biniyor ve bütün trafik kurallarına uyarak işine gidiyordu. İkinci kişi ise zil çaldıktan çok sonra telaş içerisinde kalkıp doğru dürüst hazırlanmadan Güney Kore’de üretilen bir araca biniyor, hiçbir trafik kuralına uymadan işe giderken trafik polisinin aracına çarpıyor. İlk şahsı kendisi ile özdeştiren banka ise reklamın sonunda tercihlerine dikkat etmenin önemi ve yanlış tercihin mağduriyetlere yol açacağı vurgusunu yapıyordu. Bu reklamın haksız rekabete yol açtığı Güney Kore’deki firmanın uyarısı ile Türkiye’de gündeme gelmişti. Daha sonra toplum tarafından çok sevilen (kısa bir süre sonra da vefat eden) bir iş adamı olan davalı bankanın sahibinin kredi kart sahiplerine çekilişle büyük miktarda davacı şirket araçlarını hediye vermesi ile konu kapanmıştı. Burada asıl ilginç olan husus Türkiye’deki yetkililerin bu reklamdan rahatsız olmamaları idi. Nitekim uygulamanın içine daha fazla girdiğim süreçte de bu durumun özellikle reklam ajansları tarafından çok ihmal edildiği ve şirket üst düzey yetkililerinin ise bu konularda son derece dikkatsız davrandıklarını açık bir şekilde gözlemledim. Bir diğer ilginç olayda da tek satıcılık ilişkisi devam ederken aralarındaki sorunu bahane ederek gazetelere büyük ilanlar vererek belli bir modelin iadesini alacaklarını -ana firmadan habersiz-belirten tek satıcının eyleminin haksız rekabete yol açtığının Yüksek Mahkeme tarafından benimsenmesidir ( Olayın tam metni ve değerlendirilmesi için bkz. Pekdinçer, Tamer; Haksız Rekabet ve Marka Hukukuna İlişkin Bilirkişi Raporları ve Mütalaalar I, İstanbul 2015,s.87-108).
Türk Hukukunda uzun yıllar doktrin yönünden ihmal edilen ama gelişen ekonomik koşullar ile birlikte önemi her geçen gün artan “Haksız Rekabet Hukuku”, 6102 Sayılı TTK’nun 54 ila 63. Maddelerinin kapsamında düzenlenmektedir. T.C. Anayasasının 17, 48, 167 ve 172 maddeleri çerçevesinde de rekabete dayalı bir ekonomik düzeni kurmak Devlet için hem bir hak hem de bir ödevdir.
Mehaz niteliğindeki İsviçre ‘deki “Haksız Rekabete Karşı Federal Kanun” gibi ayrı ve bağımsız bir kanun ile düzenlenmesi gerekmektedir. 1533 maddeden oluşan 6102 Sayılı TTK’nun en uzun maddesini oluşturan ve sadece uygulamada en s ık rastlanılan haksız rekabet hallerinin başlıcalarını örnek veren m.55 hükmü bile dikkate alındığında bu sonuca ulaşmak kaçınılmazdır. Kaldı ki düzenleme sadece ticari alandaki haksız rekabeti değil ,tüm haksız rekabet eylemlerini kapsamaktadır. Bu nedenle haksız rekabet kavramı klasik ticaret hukukunun kapsamı dışına taşmıştır.
Akademik hayata girdiğim ilk yıllardan beri haksız rekabet hukuku hep ilgimi çekmişti. Uzun yıllar ve çok yoğun bir şekilde yaptığım bilirkişilik görevi sırasında karşılaştığım birbirinden ilginç uyuşmazlıklar bu ilgimin çoğalarak artmasına neden olmuştur. Hazırladığım her raporun yüksek mahkeme aşamasını ilgiyle ve heyecanla takip etmekten hiç vazgeçmedim.
Bunlardan biri elinizdeki bu monografik eserin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK)’nun bankalara el koyduğu dönemde bir bankanın yaptığı reklam, konunun Türkiye’de ne denli az bilindiği gerçeğini ortaya çıkarmıştı. Reklamda sabah uyanan iki kişinin hikayesi dış sesle anlatılıyordu. İlk uyanan kişi günlük kişisel bakımını yapıp özenle kıyafetlerini giyip İsveç’de üretilen sağlamlığı ile bilinen bir araca biniyor ve bütün trafik kurallarına uyarak işine gidiyordu. İkinci kişi ise zil çaldıktan çok sonra telaş içerisinde kalkıp doğru dürüst hazırlanmadan Güney Kore’de üretilen bir araca biniyor, hiçbir trafik kuralına uymadan işe giderken trafik polisinin aracına çarpıyor. İlk şahsı kendisi ile özdeştiren banka ise reklamın sonunda tercihlerine dikkat etmenin önemi ve yanlış tercihin mağduriyetlere yol açacağı vurgusunu yapıyordu. Bu reklamın haksız rekabete yol açtığı Güney Kore’deki firmanın uyarısı ile Türkiye’de gündeme gelmişti. Daha sonra toplum tarafından çok sevilen (kısa bir süre sonra da vefat eden) bir iş adamı olan davalı bankanın sahibinin kredi kart sahiplerine çekilişle büyük miktarda davacı şirket araçlarını hediye vermesi ile konu kapanmıştı. Burada asıl ilginç olan husus Türkiye’deki yetkililerin bu reklamdan rahatsız olmamaları idi. Nitekim uygulamanın içine daha fazla girdiğim süreçte de bu durumun özellikle reklam ajansları tarafından çok ihmal edildiği ve şirket üst düzey yetkililerinin ise bu konularda son derece dikkatsız davrandıklarını açık bir şekilde gözlemledim. Bir diğer ilginç olayda da tek satıcılık ilişkisi devam ederken aralarındaki sorunu bahane ederek gazetelere büyük ilanlar vererek belli bir modelin iadesini alacaklarını -ana firmadan habersiz-belirten tek satıcının eyleminin haksız rekabete yol açtığının Yüksek Mahkeme tarafından benimsenmesidir ( Olayın tam metni ve değerlendirilmesi için bkz. Pekdinçer, Tamer; Haksız Rekabet ve Marka Hukukuna İlişkin Bilirkişi Raporları ve Mütalaalar I, İstanbul 2015,s.87-108).