Sağ baştan sayıyorum. Bir. Tekrar sayıyorum. Yine bir. Çarpıyorum. Bölüyorum. Bir. Etkisiz eleman. Her türlü bir oluyorum. İki edemiyorum. Evin her yerini arıyorum ikiyi bulmak için. Mutfağa yönelecek oluyorum, salona, yok diyorum. Çalışma odasına giriyorum. Kitap okuduğu tekli koltuğun arkasına bakıyorum. Sonra altına. Ayraç olmak istemiştir belki diye her kitabı tek tek aralıyorum. Halının altını, süpürdüklerimi kontrol ediyorum. Yok. Usulca çalışma masasına yaklaşıyorum. Ürkütmek istemiyorum. Masanın üzerinde yarım kalmış bir fincan kahve. Kahvenin üzerinde küften bir çift göz. Yosun rengi. Katılaşmış…
Süreyya Deniz Özceylan, ilk öykü kitabı Hâl Bu Ki’de, kendilerine açmaya çalıştıkları küçük bir alanın içinde sıkışıp kalan çocukları, kadınları, erkekleri ve onların hâllerinin öykülerini anlatıyor. Toplumun çeşitli kesimlerinde yaşayan bireyleri kendine özgü diliyle mercek altına alıyor.
“Hâlbuki her şey başka türlü olabilir miydi?”
Sağ baştan sayıyorum. Bir. Tekrar sayıyorum. Yine bir. Çarpıyorum. Bölüyorum. Bir. Etkisiz eleman. Her türlü bir oluyorum. İki edemiyorum. Evin her yerini arıyorum ikiyi bulmak için. Mutfağa yönelecek oluyorum, salona, yok diyorum. Çalışma odasına giriyorum. Kitap okuduğu tekli koltuğun arkasına bakıyorum. Sonra altına. Ayraç olmak istemiştir belki diye her kitabı tek tek aralıyorum. Halının altını, süpürdüklerimi kontrol ediyorum. Yok. Usulca çalışma masasına yaklaşıyorum. Ürkütmek istemiyorum. Masanın üzerinde yarım kalmış bir fincan kahve. Kahvenin üzerinde küften bir çift göz. Yosun rengi. Katılaşmış…
Süreyya Deniz Özceylan, ilk öykü kitabı Hâl Bu Ki’de, kendilerine açmaya çalıştıkları küçük bir alanın içinde sıkışıp kalan çocukları, kadınları, erkekleri ve onların hâllerinin öykülerini anlatıyor. Toplumun çeşitli kesimlerinde yaşayan bireyleri kendine özgü diliyle mercek altına alıyor.
“Hâlbuki her şey başka türlü olabilir miydi?”