İçimizde dolaşır acılar, düşman eli gibi ciğerlerimizi sıkar… Geceler yandı, sabahlar gözlerimizden nehirler gibi aktı. Daha ne kadar kurak topraklar yeşerecek, umutlar elimizden gariban bir köylü gibi tutacak? Gökyüzü sallandı, yıldızlar kaydı. Bulutların merhameti aktı yeryüzüne… Şimşekler kaderi tokatladı, gökyüzü “Eyvah!” diyerek kaçtı yeryüzünden, o günden bugüne başımızda ağlayıp durur. Hiçbir şey boşuna değil, gök boşuna gürlemez, fay boşuna kırılmaz, yağmurlar boşuna yağmaz, kar boşuna kefenini giymez, önce gökler görür acıları, sevinçleri, duaları, bedduaları… Bazen, “Kör olsaydım da bu acıları görmeseydim. ”der. Oysa bilmez ki âmâlar boşuna âmâ olmamıştır… Fakat hisler gözlerden daha çok görür. Âmâlık nafile… Sonunda da anlaşılır ki acıdan kaçış, mutlulukta da ebediyet yoktur. Fakat akıl, öngörü, bilim yani maddi ve manevi yönümüzü diri tutarak yaşamımızı ihya edebiliriz. Ölüm kader değildir, kader ölümdür. Oysa yazgı, akıl kalemiyle her an yeniden yazar kaderimizi. Tedbir ve ilim bedenimize giydiğimiz ruhumuzdur. Öngörümüz, ömür görgümüzdür.
Faylar oturdu nefesimize, ortadan ikiye ayrıldık, söküldü göğsümüzden yaşam. Öyle bir salladık ki yıkıldık, toprak bile ayrıldı, ısırdı hayatımızı, kustu ötelere ötelere ruhlarımızı. Şimdi biz nasıl birleşiriz? Gün, güneşten, et tırnaktan ayrılır mı? Beden ruhtan zorla ayrılır mı? Gözyaşları gönül yangınını söndürebilir mi? Ah hicran! Bizi daha ne kadar ayıracaksın? Canı candan, hanı maldan daha ne kadar ayıracaksın?
Mesafeler fay hattı gibi girdi aramıza, zelzele burada başladı. Birbirimizin ellerini tutacak kadar yaklaşamıyoruz artık… Enkaz altında kaldık, kimse yok mu? Önce yeryüzünde başladı deprem. Ahlakımızın fay hatları kırıldı. Güneş sönerse karanlığa gün doğar, akıl susarsa cahile gün doğar, ilim susarsa hurafelere gün doğar. Toprak, yaşama pusu kurar mı? Hayatımızı çalan hırsızlar var. Tabuda sıkıştırmışlar ömrümüzü. Çalmışlar günlerimizden, yıllarımızdan… İnsanın insanca yaşaması lüks mü? Yüreklerimiz yarıldı, yıkıldı onlarca hayalimiz… Sağ olarak çıkabilir miyiz bu enkazdan?
Biz elbette yokluktan varlığa doğarız. Millet olma bilincimiz yine ihya olursa hiçbir sallantı yıkamaz bizi. Bilim, ilim, öngörü, tedbir ömrümüze ömür katar. Çelik halatlarla bağlanırız birbirimize, hiçbir sallantı o vakit bizi yıkamaz. Yoksa her şeye kader demek acizliktir. Elbette kadere iman ederiz, fakat intihar veyahut cinayet başka bir şey… Çalınan hayatları, kim yerine koyacak? Hangi canın telafisi var? Hırsızlar bırakmadılar bir yaşayalım, bir ömür çalışıp tabutumuzu almışız meğer…
İnsan insan olmalı, toprak yükünden şikâyet etmemeli, fakat kim zalimleri sırtında taşımak ister, kim zulüm yapan ahlaksızları sırtında taşımak ister? Elbette öyle, fakat öyle olmuyor, garibanlar, masumlar ölüyor. Ey toprak, kendine gel, aslına dön, çek ellerini garibanların üstünden!.. Adaletten, haktan sapma…
Deprem öldürmez; tedbirsizlik, bilimsizlik, ilimsizlik, öngörüsüzlük, ahlaksızlık, hırsızlık öldürür. Medeniyet, insan yaşamına verdiğimiz kıymetle ölçülür. İnsanımızın en temel gereksinimi olan barınma ihtiyacını niye bu kadar hafife alıyoruz? Niçin hayatımızın kıymeti yok? Bizi yaşarken ayıran hayat, ölünce birleştirebilir mi? Ecdadımızın kanıyla mayalan bu topraklar bizden hiç mi huzur ve güven içinde yaşamamızı istemez? Bir ülkede ahlak olmazsa hepimiz enkazın altında kalmışız demektir... Yaşamak ayıp değil, günah da değil, onun bir ruhu vardır, ölümden daha diridir... Cepten değil, candan gidiyor, yerine koyamayacağımız ömrün özrü olamaz... Dünyaya sadece ölmeye değil, yasamaya da geldik, kimsenin bu hakkı hiçbir canın elinden almaya hakkı yoktur ve de bu bir cinayettir... Madde önde, erdem, ahlak geride kaldığında insan hayatının da bir kıymeti kalmaz, para pul yerine konulur, fakat giden canının telafisi yoktur.
Velhasıl enkazın altından tövbeyle çıkmalıyız, ölümü değil, yaşamayı ve yaşatmayı amaç edinmeliyiz. Elbette maddeci bir kafayla bunu söylemiyoruz. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” bilincini vurguluyoruz. Bizim insanımız kendini unuttu, hatırlamamız gerekir. Dünyanın en şahsiyetli; merhametli, ahlaklı, erdemli, görgülü, adil, kabul kültürü ve hoş görüsü olan bir millet olduğumuz unutulmamalıdır. Geçici dünya menfaatleri yüzünden doğru olandan asla vazgeçmemeliyiz. Kirlendik evet, altın yine de altındır, fakat doğruluk ırmağında yıkanmalıyız ve kirleri pasları akıttıktan sonra aslımızı ortaya yeniden koymalıyız. Ölmeyen dayanışma ve yardım ruhumuz, millet olma bilincimiz, her zaman mürşidimiz olacaktır. Biz bu enkazın altından da kalkarız, fakat bir daha ölmemek koşuluyla… Depremde kaybettiğimiz insanlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa diliyoruz. Milletimiz, vatanımız ,devletimiz ilelebet payidar olsun!..
Şenol Tombaş
İçimizde dolaşır acılar, düşman eli gibi ciğerlerimizi sıkar… Geceler yandı, sabahlar gözlerimizden nehirler gibi aktı. Daha ne kadar kurak topraklar yeşerecek, umutlar elimizden gariban bir köylü gibi tutacak? Gökyüzü sallandı, yıldızlar kaydı. Bulutların merhameti aktı yeryüzüne… Şimşekler kaderi tokatladı, gökyüzü “Eyvah!” diyerek kaçtı yeryüzünden, o günden bugüne başımızda ağlayıp durur. Hiçbir şey boşuna değil, gök boşuna gürlemez, fay boşuna kırılmaz, yağmurlar boşuna yağmaz, kar boşuna kefenini giymez, önce gökler görür acıları, sevinçleri, duaları, bedduaları… Bazen, “Kör olsaydım da bu acıları görmeseydim. ”der. Oysa bilmez ki âmâlar boşuna âmâ olmamıştır… Fakat hisler gözlerden daha çok görür. Âmâlık nafile… Sonunda da anlaşılır ki acıdan kaçış, mutlulukta da ebediyet yoktur. Fakat akıl, öngörü, bilim yani maddi ve manevi yönümüzü diri tutarak yaşamımızı ihya edebiliriz. Ölüm kader değildir, kader ölümdür. Oysa yazgı, akıl kalemiyle her an yeniden yazar kaderimizi. Tedbir ve ilim bedenimize giydiğimiz ruhumuzdur. Öngörümüz, ömür görgümüzdür.
Faylar oturdu nefesimize, ortadan ikiye ayrıldık, söküldü göğsümüzden yaşam. Öyle bir salladık ki yıkıldık, toprak bile ayrıldı, ısırdı hayatımızı, kustu ötelere ötelere ruhlarımızı. Şimdi biz nasıl birleşiriz? Gün, güneşten, et tırnaktan ayrılır mı? Beden ruhtan zorla ayrılır mı? Gözyaşları gönül yangınını söndürebilir mi? Ah hicran! Bizi daha ne kadar ayıracaksın? Canı candan, hanı maldan daha ne kadar ayıracaksın?
Mesafeler fay hattı gibi girdi aramıza, zelzele burada başladı. Birbirimizin ellerini tutacak kadar yaklaşamıyoruz artık… Enkaz altında kaldık, kimse yok mu? Önce yeryüzünde başladı deprem. Ahlakımızın fay hatları kırıldı. Güneş sönerse karanlığa gün doğar, akıl susarsa cahile gün doğar, ilim susarsa hurafelere gün doğar. Toprak, yaşama pusu kurar mı? Hayatımızı çalan hırsızlar var. Tabuda sıkıştırmışlar ömrümüzü. Çalmışlar günlerimizden, yıllarımızdan… İnsanın insanca yaşaması lüks mü? Yüreklerimiz yarıldı, yıkıldı onlarca hayalimiz… Sağ olarak çıkabilir miyiz bu enkazdan?
Biz elbette yokluktan varlığa doğarız. Millet olma bilincimiz yine ihya olursa hiçbir sallantı yıkamaz bizi. Bilim, ilim, öngörü, tedbir ömrümüze ömür katar. Çelik halatlarla bağlanırız birbirimize, hiçbir sallantı o vakit bizi yıkamaz. Yoksa her şeye kader demek acizliktir. Elbette kadere iman ederiz, fakat intihar veyahut cinayet başka bir şey… Çalınan hayatları, kim yerine koyacak? Hangi canın telafisi var? Hırsızlar bırakmadılar bir yaşayalım, bir ömür çalışıp tabutumuzu almışız meğer…
İnsan insan olmalı, toprak yükünden şikâyet etmemeli, fakat kim zalimleri sırtında taşımak ister, kim zulüm yapan ahlaksızları sırtında taşımak ister? Elbette öyle, fakat öyle olmuyor, garibanlar, masumlar ölüyor. Ey toprak, kendine gel, aslına dön, çek ellerini garibanların üstünden!.. Adaletten, haktan sapma…
Deprem öldürmez; tedbirsizlik, bilimsizlik, ilimsizlik, öngörüsüzlük, ahlaksızlık, hırsızlık öldürür. Medeniyet, insan yaşamına verdiğimiz kıymetle ölçülür. İnsanımızın en temel gereksinimi olan barınma ihtiyacını niye bu kadar hafife alıyoruz? Niçin hayatımızın kıymeti yok? Bizi yaşarken ayıran hayat, ölünce birleştirebilir mi? Ecdadımızın kanıyla mayalan bu topraklar bizden hiç mi huzur ve güven içinde yaşamamızı istemez? Bir ülkede ahlak olmazsa hepimiz enkazın altında kalmışız demektir... Yaşamak ayıp değil, günah da değil, onun bir ruhu vardır, ölümden daha diridir... Cepten değil, candan gidiyor, yerine koyamayacağımız ömrün özrü olamaz... Dünyaya sadece ölmeye değil, yasamaya da geldik, kimsenin bu hakkı hiçbir canın elinden almaya hakkı yoktur ve de bu bir cinayettir... Madde önde, erdem, ahlak geride kaldığında insan hayatının da bir kıymeti kalmaz, para pul yerine konulur, fakat giden canının telafisi yoktur.
Velhasıl enkazın altından tövbeyle çıkmalıyız, ölümü değil, yaşamayı ve yaşatmayı amaç edinmeliyiz. Elbette maddeci bir kafayla bunu söylemiyoruz. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” bilincini vurguluyoruz. Bizim insanımız kendini unuttu, hatırlamamız gerekir. Dünyanın en şahsiyetli; merhametli, ahlaklı, erdemli, görgülü, adil, kabul kültürü ve hoş görüsü olan bir millet olduğumuz unutulmamalıdır. Geçici dünya menfaatleri yüzünden doğru olandan asla vazgeçmemeliyiz. Kirlendik evet, altın yine de altındır, fakat doğruluk ırmağında yıkanmalıyız ve kirleri pasları akıttıktan sonra aslımızı ortaya yeniden koymalıyız. Ölmeyen dayanışma ve yardım ruhumuz, millet olma bilincimiz, her zaman mürşidimiz olacaktır. Biz bu enkazın altından da kalkarız, fakat bir daha ölmemek koşuluyla… Depremde kaybettiğimiz insanlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa diliyoruz. Milletimiz, vatanımız ,devletimiz ilelebet payidar olsun!..
Şenol Tombaş