Uyan Milletim Gafletten Uyan!
Dergimizi çıkarttığımız ilk sayıdan beri kendimizle yüzleşmemiz gereğini hep ifade ediyoruz. Çünkü geleceğe bakabilmemiz için, bu gün yüzümüze bakmak gerekiyor. Hatalarımızla yüzleşmeliyiz, hayatı birbirimize daha ne kadar zehir edebiliriz? Bu yozlaşma bizi medeniyetten ve Kızıl Elma’dan uzaklaştırır. Hatta bu gidişle çürük elmaya doğru gidiyoruz. Bu yozlaşmanın, ahlaksızlığın gerek fahiş fiyatlarla gerek de doğal afetlerin sonucunda çok büyük bedeller ödeyerek ödemek zorunda kalıyoruz. Her şeye gereğinden fazla bedel ödüyorsak hayatımızdan, geleceğimizden çalınıyor demektir. Yalanlarıyla, hakikatle yüzleşmeyen milletler her kuşakta daha büyük bedeller ödeyerek yaşamak zorunda kalırlar. Nihayetinde ecdadına lanet okuyan bir nesle dönüşürler. Burada da uyanma olmazsa, çöküş, kaybediş kaçılmazdır. O yüzden- bir ölümsüz gibi- her adımı atarken geleceğin gözlerinin içine bakarak atılmalıdır. Belki de o zaman ihya olmamız daha da kolaylaşır. Çünkü geçmiş hatalarımızı, gelecek doğru kararlarımızı gösterir. Biz bütün bunların bedelini çok ödedik, Türkiye ihya olursa tüm dünya bahtiyar olur… Biz, bu ülkede göçmen kuşlar değiliz, Anadolu’nun verimli, sağlam toprakları gibi kalıcıyız, fakat evvel kendimizi yeniden hatırlamalıyız, bu ahlak, bu duruşlar, bizden değildir. Memleket çok şükür yerinde fakat biz neredeyiz acaba? Bu yozlaşmadan çıkınca kapıda kendimizi elbette göreceğiz. O gün birbirimize yıldızların semaya sarılması gibi sarılacağız. Birbirimizi çok özledik. Hasret gözlerimizi yakacak. Bu aydınlanma “Kurtuluş Savaşı” kadar önemlidir. Kadim bir millet olma bilinci yeniden şahlanacak. O vakit, gelecek bize doğru yürüyecek.
Nasıl ki bir ailede saygı çok önemliyse toplumda da öyle… Şayet bu böyle olmadığı zaman toplumda kimse kimseye hürmet göstermez ve haliyle iletişim kurulamaz. Saygı, sevgiyi ve beraberlik duygusunu pekiştirir. Saygının olmadığı yerde öfke hâkimdir. Bunun daha ötesi, kabalık, hoşgörüsüzlük ve kavga o toplumda baş gösterir. Haliyle demokrasiden, adaletten bahsedemeyiz. Hep vurguladığımız gibi medeniyetten bahsedemeyiz.
Bir toplumda güven duygusu da kalmamışsa orada da birlik ve beraberlikten bahsedemeyiz. Birbirine güvenmeyen toplum yalnızlığa mahkûm olur. Hele hele adalet duygusu sarsıldığı zaman kimsenin hiçbir şeye inancı kalmaz ve bu büyük bir kaos yaratır, orada vicdanlar kanar ve insanlık kan kaybından ölür.
Görgü kurallarının olmadığı yerde gözlerimize, ruhumuza, kaba dikenler batar. Duygular insani estetikten geçmediğinde korkumuz büyür “bu korku” ne yazık ki insanın birbirinden duyduğu korkudur. İnsan, insanın olduğu yerde kendini güvende hissetmelidir, fakat bundan çok uzağız. En büyük problemimiz ahlaksızlık. Bu durumu düzelttiğimizde kendimize geleceğimiz için her şey kendiliğinden düzelecek ve en ileri medeniyet semalarda bize gülümseyecektir. O halde herkes nezih bir üslup ile kendisinden başlayarak öz eleştiri yapmalıdır. Hakikat bir ayna kadar yakın bize… Gözlerimizin içine bakalım ki vicdanımıza kadar inelim, bazıları vicdanını bulamıyorsa yüzüne okkalı bir şekilde tükürmelidir. Vicdan azabını bilmeyenler günü geldiğinde cehennem azabını en üst seviyeden yaşamak zorunda kalırlar. Çünkü vicdan azabı bizi asi ve zalim olmaktan korur ve dahası cehennemden korur. Fakat geldiğimiz noktada bazıları için cehennem bile az kalır…
Güneş var fakat hala karanlık. Yağmur çok fakat toprağımıza yağan yok. Yollar uzun fakat yürüyen yok. Gülüyoruz fakat yüzümüzün bundan haberi yok, ağlıyoruz fakat gözyaşlarımız soğuk, belki de yüzümüz olmadığından boşluğa akıyor gözyaşları. Görünen, fakat varlığı bilinmeyen ya da hakikatini idrak edemediğimiz günler yaşıyoruz. Adalet var fakat yerinde değil. Akıl var ama akıllı değil. Sözler var, sözünde durmayan. Dövmek için bizi sevenler, Allah’ı öven şeytanlar. Bu çok boyutlu paradoksal bir yozlaşma olsa gerek. Cehennemin adını cennet koyuyoruz. İsimler değil, bilinçler değişmediği sürece hiçbir şey değişmez. İsmi değiştirerek “kötüyü”, “ iyi” yapamayız. Değişerek gelişemezsek, zaman bizi geçmişe serper ve gelecek ile irtibatımız kopar. Geleceği olmayanlar şimdinin öldürdüğü kefene sarılmış insanlardır. Kurtulmalıyız artık ahlaksızlık esaretinden!..
Her kaliteli insan medeniyetin zirvesine tırmandığımız basamaktır. İnsan olamayan insanlar, bizi bu yüce zirveden aşağıya çeken sırtımızdaki yüktür. Umutsuz değiliz, sadece gerçeğin farkındayız. Toplumun düğümlerini açıyoruz. Her bir tespit, her tanım, umuda giden yolun basamaklarıdır. Biz, kalemi elimize baston niyetine almıyoruz. Buluttan umudumuzu kestik, güneşten yağmur bekliyoruz. Ne kadar yaşadığını bilmeyen ne kadar öldüğünü de bilmez. Elbette bizim; cengâver, fedakâr, saygılı, çalışkan, dürüst, doğru, şahsiyetli, öz eleştiri yapan, münevver, asla yılmayan kahramanlarımız bitmez. Fakat yine de buna güvenerek gaflete düşmeyelim. Geç anlamayalım, ön görümüz, yolumuzu aydınlatsın. Şairin dediği gibi: “Ölüm yaşayacağını yok edebilir, yaşadığını değil.” Ona göre yaşamalıyız ve yaşatmalıyız, kendimize daha fazla zulüm yapmayalım, yüzümüze bakacak yüzümüz olsun. Deprem yeryüzünde olmadan yer altında olmaz. Kırılmasın insanlık faylarımız, kalmayalım enkazımızın altında. Bu vesileyle depremde kaybettiniz insanlarımıza Allah’tan rahmet ve geride kalanlara da sabır dileriz. Bu sayımızda onların anısına “deprem özel” dosyasını hazırladık. Tüm emek veren kalemdaşlarımıza /dergidaşlarımıza minnettarız. Nice sayılarda buluşma temennisiyle…
Şenol Tombaş
Uyan Milletim Gafletten Uyan!
Dergimizi çıkarttığımız ilk sayıdan beri kendimizle yüzleşmemiz gereğini hep ifade ediyoruz. Çünkü geleceğe bakabilmemiz için, bu gün yüzümüze bakmak gerekiyor. Hatalarımızla yüzleşmeliyiz, hayatı birbirimize daha ne kadar zehir edebiliriz? Bu yozlaşma bizi medeniyetten ve Kızıl Elma’dan uzaklaştırır. Hatta bu gidişle çürük elmaya doğru gidiyoruz. Bu yozlaşmanın, ahlaksızlığın gerek fahiş fiyatlarla gerek de doğal afetlerin sonucunda çok büyük bedeller ödeyerek ödemek zorunda kalıyoruz. Her şeye gereğinden fazla bedel ödüyorsak hayatımızdan, geleceğimizden çalınıyor demektir. Yalanlarıyla, hakikatle yüzleşmeyen milletler her kuşakta daha büyük bedeller ödeyerek yaşamak zorunda kalırlar. Nihayetinde ecdadına lanet okuyan bir nesle dönüşürler. Burada da uyanma olmazsa, çöküş, kaybediş kaçılmazdır. O yüzden- bir ölümsüz gibi- her adımı atarken geleceğin gözlerinin içine bakarak atılmalıdır. Belki de o zaman ihya olmamız daha da kolaylaşır. Çünkü geçmiş hatalarımızı, gelecek doğru kararlarımızı gösterir. Biz bütün bunların bedelini çok ödedik, Türkiye ihya olursa tüm dünya bahtiyar olur… Biz, bu ülkede göçmen kuşlar değiliz, Anadolu’nun verimli, sağlam toprakları gibi kalıcıyız, fakat evvel kendimizi yeniden hatırlamalıyız, bu ahlak, bu duruşlar, bizden değildir. Memleket çok şükür yerinde fakat biz neredeyiz acaba? Bu yozlaşmadan çıkınca kapıda kendimizi elbette göreceğiz. O gün birbirimize yıldızların semaya sarılması gibi sarılacağız. Birbirimizi çok özledik. Hasret gözlerimizi yakacak. Bu aydınlanma “Kurtuluş Savaşı” kadar önemlidir. Kadim bir millet olma bilinci yeniden şahlanacak. O vakit, gelecek bize doğru yürüyecek.
Nasıl ki bir ailede saygı çok önemliyse toplumda da öyle… Şayet bu böyle olmadığı zaman toplumda kimse kimseye hürmet göstermez ve haliyle iletişim kurulamaz. Saygı, sevgiyi ve beraberlik duygusunu pekiştirir. Saygının olmadığı yerde öfke hâkimdir. Bunun daha ötesi, kabalık, hoşgörüsüzlük ve kavga o toplumda baş gösterir. Haliyle demokrasiden, adaletten bahsedemeyiz. Hep vurguladığımız gibi medeniyetten bahsedemeyiz.
Bir toplumda güven duygusu da kalmamışsa orada da birlik ve beraberlikten bahsedemeyiz. Birbirine güvenmeyen toplum yalnızlığa mahkûm olur. Hele hele adalet duygusu sarsıldığı zaman kimsenin hiçbir şeye inancı kalmaz ve bu büyük bir kaos yaratır, orada vicdanlar kanar ve insanlık kan kaybından ölür.
Görgü kurallarının olmadığı yerde gözlerimize, ruhumuza, kaba dikenler batar. Duygular insani estetikten geçmediğinde korkumuz büyür “bu korku” ne yazık ki insanın birbirinden duyduğu korkudur. İnsan, insanın olduğu yerde kendini güvende hissetmelidir, fakat bundan çok uzağız. En büyük problemimiz ahlaksızlık. Bu durumu düzelttiğimizde kendimize geleceğimiz için her şey kendiliğinden düzelecek ve en ileri medeniyet semalarda bize gülümseyecektir. O halde herkes nezih bir üslup ile kendisinden başlayarak öz eleştiri yapmalıdır. Hakikat bir ayna kadar yakın bize… Gözlerimizin içine bakalım ki vicdanımıza kadar inelim, bazıları vicdanını bulamıyorsa yüzüne okkalı bir şekilde tükürmelidir. Vicdan azabını bilmeyenler günü geldiğinde cehennem azabını en üst seviyeden yaşamak zorunda kalırlar. Çünkü vicdan azabı bizi asi ve zalim olmaktan korur ve dahası cehennemden korur. Fakat geldiğimiz noktada bazıları için cehennem bile az kalır…
Güneş var fakat hala karanlık. Yağmur çok fakat toprağımıza yağan yok. Yollar uzun fakat yürüyen yok. Gülüyoruz fakat yüzümüzün bundan haberi yok, ağlıyoruz fakat gözyaşlarımız soğuk, belki de yüzümüz olmadığından boşluğa akıyor gözyaşları. Görünen, fakat varlığı bilinmeyen ya da hakikatini idrak edemediğimiz günler yaşıyoruz. Adalet var fakat yerinde değil. Akıl var ama akıllı değil. Sözler var, sözünde durmayan. Dövmek için bizi sevenler, Allah’ı öven şeytanlar. Bu çok boyutlu paradoksal bir yozlaşma olsa gerek. Cehennemin adını cennet koyuyoruz. İsimler değil, bilinçler değişmediği sürece hiçbir şey değişmez. İsmi değiştirerek “kötüyü”, “ iyi” yapamayız. Değişerek gelişemezsek, zaman bizi geçmişe serper ve gelecek ile irtibatımız kopar. Geleceği olmayanlar şimdinin öldürdüğü kefene sarılmış insanlardır. Kurtulmalıyız artık ahlaksızlık esaretinden!..
Her kaliteli insan medeniyetin zirvesine tırmandığımız basamaktır. İnsan olamayan insanlar, bizi bu yüce zirveden aşağıya çeken sırtımızdaki yüktür. Umutsuz değiliz, sadece gerçeğin farkındayız. Toplumun düğümlerini açıyoruz. Her bir tespit, her tanım, umuda giden yolun basamaklarıdır. Biz, kalemi elimize baston niyetine almıyoruz. Buluttan umudumuzu kestik, güneşten yağmur bekliyoruz. Ne kadar yaşadığını bilmeyen ne kadar öldüğünü de bilmez. Elbette bizim; cengâver, fedakâr, saygılı, çalışkan, dürüst, doğru, şahsiyetli, öz eleştiri yapan, münevver, asla yılmayan kahramanlarımız bitmez. Fakat yine de buna güvenerek gaflete düşmeyelim. Geç anlamayalım, ön görümüz, yolumuzu aydınlatsın. Şairin dediği gibi: “Ölüm yaşayacağını yok edebilir, yaşadığını değil.” Ona göre yaşamalıyız ve yaşatmalıyız, kendimize daha fazla zulüm yapmayalım, yüzümüze bakacak yüzümüz olsun. Deprem yeryüzünde olmadan yer altında olmaz. Kırılmasın insanlık faylarımız, kalmayalım enkazımızın altında. Bu vesileyle depremde kaybettiniz insanlarımıza Allah’tan rahmet ve geride kalanlara da sabır dileriz. Bu sayımızda onların anısına “deprem özel” dosyasını hazırladık. Tüm emek veren kalemdaşlarımıza /dergidaşlarımıza minnettarız. Nice sayılarda buluşma temennisiyle…
Şenol Tombaş