Uçsuz bucaksız, düzlük bir arazide kalabalık insan kitleleri var. Göç yollarını gösteren büyük haritaları inceleyerek yapılan anlatımları dinleyenler arasındayım. Mahşer yerindeyiz sanki; öylesine bir kalabalık. Anlatımları yapan grup liderleri onlara coğrafi bilgileri yüksek düzeyde kişiler de diyebilirim – ellerindeki ince uzun çıtalarla, birkaç haritanın üzerinden anlatmaya devam ediyorlardı. Anlatılanları dinleyip, gösterilenleri izliyorduk. Herkes, birazdan başlayacak göçe hazır gibiydi. Haritalar iki göç yolunu gösteriyordu; biri beraberinde hayvan götürenlerinkiydi, diğeri ise hayvanı olmayanların takip edeceği yollara sahipti. Daha evvel boğaz olduğunu sandığım cılız su sızıntıları olan yola, hayvanlarıyla birlikte insanlar da yavaş yavaş inmeye başlamışlardı. Ne olmuştu, neden göç ediyorduk bilmiyorum; gördüğüm tek şey, adeta beynimizi kaynatmaya çalışan Güneş'in başımıza çok yakın olmasıydı, bir de nefes alıp vermekte zorlandığım aklımda. Bakıyorum da hayret; insanların hepsinde sırt çantaları var, herkes temiz ve güzel giyinmiş. Duyuyorum; aralarında kahredici konuşmalar geçiyor, bilim adamlarının, ürettiği gereksiz teknolojilerle, ülkelerini mahvettiklerinden söz ediyorlar; heyecanlı gözükmelerine rağmen göçe hevesli gibiler. Bir zamanlar bu ülkeye gelmeye çalışan insanların, şimdi buradan göç etmek üzere yola çıktıkları da konuşulanlar arasındaydı. Bense, biz insanların bugüne kadar doğayı bozmuş olmasına rağmen, Allah'ın bu cezayı bize, kendisini unuttuğumuz için verdiğini düşünüyordum. Gidişimizi, Hz. Musa'nın kendisine inananlarla birlikte Mısır'dan gidişine benzetiyordum. Aslında aynen öyleyiz; yakınımızda suların sızdığı boğazı bitirmiş, derin sayılacak bir düzlüğe indik. Çok uzaklarda kalan diğer boğaza varırsak, oradan da gemilerle, göç etmek istediğimiz kıtaya varacağız.
Ayhan Uçar, ilk öykü kitabı Hayallerime Takıldım Kaldım'da sadece gerçekliğin değil, hayallerin de sınırlarını zorluyor. Bazen kendinizi bir rüyanın sürreal mekanında buluyorsunuz, bazen akla mantığa sığmayacak bir varoluş boyutuna ayak basıyorsunuz. Ama içinde bulunduğunuz alem hangisi olursa olsun, cümlelerin büyüsünden ve sayfaların tılsımından bir türlü kurtulamıyorsunuz. Son sayfasına geldiğinizde de hayaller bu kadar gerçekçi tasvir edilebilir miydi diye sormadan edemiyorsunuz.
Uçsuz bucaksız, düzlük bir arazide kalabalık insan kitleleri var. Göç yollarını gösteren büyük haritaları inceleyerek yapılan anlatımları dinleyenler arasındayım. Mahşer yerindeyiz sanki; öylesine bir kalabalık. Anlatımları yapan grup liderleri onlara coğrafi bilgileri yüksek düzeyde kişiler de diyebilirim – ellerindeki ince uzun çıtalarla, birkaç haritanın üzerinden anlatmaya devam ediyorlardı. Anlatılanları dinleyip, gösterilenleri izliyorduk. Herkes, birazdan başlayacak göçe hazır gibiydi. Haritalar iki göç yolunu gösteriyordu; biri beraberinde hayvan götürenlerinkiydi, diğeri ise hayvanı olmayanların takip edeceği yollara sahipti. Daha evvel boğaz olduğunu sandığım cılız su sızıntıları olan yola, hayvanlarıyla birlikte insanlar da yavaş yavaş inmeye başlamışlardı. Ne olmuştu, neden göç ediyorduk bilmiyorum; gördüğüm tek şey, adeta beynimizi kaynatmaya çalışan Güneş'in başımıza çok yakın olmasıydı, bir de nefes alıp vermekte zorlandığım aklımda. Bakıyorum da hayret; insanların hepsinde sırt çantaları var, herkes temiz ve güzel giyinmiş. Duyuyorum; aralarında kahredici konuşmalar geçiyor, bilim adamlarının, ürettiği gereksiz teknolojilerle, ülkelerini mahvettiklerinden söz ediyorlar; heyecanlı gözükmelerine rağmen göçe hevesli gibiler. Bir zamanlar bu ülkeye gelmeye çalışan insanların, şimdi buradan göç etmek üzere yola çıktıkları da konuşulanlar arasındaydı. Bense, biz insanların bugüne kadar doğayı bozmuş olmasına rağmen, Allah'ın bu cezayı bize, kendisini unuttuğumuz için verdiğini düşünüyordum. Gidişimizi, Hz. Musa'nın kendisine inananlarla birlikte Mısır'dan gidişine benzetiyordum. Aslında aynen öyleyiz; yakınımızda suların sızdığı boğazı bitirmiş, derin sayılacak bir düzlüğe indik. Çok uzaklarda kalan diğer boğaza varırsak, oradan da gemilerle, göç etmek istediğimiz kıtaya varacağız.
Ayhan Uçar, ilk öykü kitabı Hayallerime Takıldım Kaldım'da sadece gerçekliğin değil, hayallerin de sınırlarını zorluyor. Bazen kendinizi bir rüyanın sürreal mekanında buluyorsunuz, bazen akla mantığa sığmayacak bir varoluş boyutuna ayak basıyorsunuz. Ama içinde bulunduğunuz alem hangisi olursa olsun, cümlelerin büyüsünden ve sayfaların tılsımından bir türlü kurtulamıyorsunuz. Son sayfasına geldiğinizde de hayaller bu kadar gerçekçi tasvir edilebilir miydi diye sormadan edemiyorsunuz.