Cornelius Bischoff annesi ve kız kardeşiyle birlikte Nazi zulmünden kaçarak İstanbul’a geldiğinde çocuktu. Nazi polisinin elinden kılpayı kurtuldukları bu maceralı yolculukla aştıkları, ölümle hayat arasındaki sınırdı aynı zamanda. Bischoff ailesinin İstanbul’a gelirken aradığı "güvenli bir avuç toprak, huzurlu bir yuva’’ydı yalnızca. Cornelius’un bu şehirde bir "İstanbul çocuğu’’ olarak ilk gençliğini geçirmesi ve yetişkinliğe adım atması böyle olmuştu işte. İlk aşkını burada yaşadı, Boğaz’ın serin sularında yüzdü, şehrin farklı diller konuşan, değişik kültürlerden gelip İstanbullulukta buluşan kozmopolit ahalisiyle kaynaştı ve giderek bizden biri oldu... Ailesiyle birlikte Çorum’a entegre edildiğinde Anadolu halkını da tanıdı. Yaşar Kemal’in deyişiyle, "Almanların en Türkü, Türklerin en Almanı’’dır o. "Hem İstanbul hem Anadolu Türkçesini yaşayarak öğrenmiş, sevmiş, kendi dili eylemiştir.’’ Alman düşünce dünyasında edebiyatımız onun ustalıkla yaptığı çevirilerle hayat bulmuştur. Bin bir güçlükle, alınteri ve beyin gücüyle meslek hayatının doruklarına çıktıktan sonra Nazi barbarlarının ırkçı yasalarıyla mesleğini icra edemez hale gelen Ord. Prof. Dr. Ernst Eduard Hirsch de ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı. İstanbul Üniversitesi’nden sonra Ankara Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’ne de büyük katkılarda bulunan bu efsanevi hukukçu Türkiye’yi ikinci vatanı olarak görmüş, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmişti. Nazi rejiminden kaçıp Türkiye’ye sığınanlar onlarla sınırlı değildi elbette. Cornelius’un İstanbul’da tanışıp yakın dost olduğu mimar Clemens Holzmeister... Büyük müzisyenler Ernst Praetorius, Paul Hindemith ve Eduard Zuckmayer... Tiyatro ve opera yönetmeni Carl Ebert... Siyasetçi ve şehir planlamacı Ernst Reuter... Ve daha niceleri... Onların hikâyeleri birbirine karışır... Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları, Seninle Güler Yüreğim, Sarı Gelin adlı belgesel romanlarıyla tanıdığımız, Almanya’da yaşayan Kemal Yalçın Haymatlos’ta tarihin bu görece karanlık kalmış sayfasını gün ışığına çıkarırken "yurt’’ kavramına dünya vatandaşlığının merceğinden bakıyor.
Cornelius Bischoff annesi ve kız kardeşiyle birlikte Nazi zulmünden kaçarak İstanbul’a geldiğinde çocuktu. Nazi polisinin elinden kılpayı kurtuldukları bu maceralı yolculukla aştıkları, ölümle hayat arasındaki sınırdı aynı zamanda. Bischoff ailesinin İstanbul’a gelirken aradığı "güvenli bir avuç toprak, huzurlu bir yuva’’ydı yalnızca. Cornelius’un bu şehirde bir "İstanbul çocuğu’’ olarak ilk gençliğini geçirmesi ve yetişkinliğe adım atması böyle olmuştu işte. İlk aşkını burada yaşadı, Boğaz’ın serin sularında yüzdü, şehrin farklı diller konuşan, değişik kültürlerden gelip İstanbullulukta buluşan kozmopolit ahalisiyle kaynaştı ve giderek bizden biri oldu... Ailesiyle birlikte Çorum’a entegre edildiğinde Anadolu halkını da tanıdı. Yaşar Kemal’in deyişiyle, "Almanların en Türkü, Türklerin en Almanı’’dır o. "Hem İstanbul hem Anadolu Türkçesini yaşayarak öğrenmiş, sevmiş, kendi dili eylemiştir.’’ Alman düşünce dünyasında edebiyatımız onun ustalıkla yaptığı çevirilerle hayat bulmuştur. Bin bir güçlükle, alınteri ve beyin gücüyle meslek hayatının doruklarına çıktıktan sonra Nazi barbarlarının ırkçı yasalarıyla mesleğini icra edemez hale gelen Ord. Prof. Dr. Ernst Eduard Hirsch de ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı. İstanbul Üniversitesi’nden sonra Ankara Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’ne de büyük katkılarda bulunan bu efsanevi hukukçu Türkiye’yi ikinci vatanı olarak görmüş, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmişti. Nazi rejiminden kaçıp Türkiye’ye sığınanlar onlarla sınırlı değildi elbette. Cornelius’un İstanbul’da tanışıp yakın dost olduğu mimar Clemens Holzmeister... Büyük müzisyenler Ernst Praetorius, Paul Hindemith ve Eduard Zuckmayer... Tiyatro ve opera yönetmeni Carl Ebert... Siyasetçi ve şehir planlamacı Ernst Reuter... Ve daha niceleri... Onların hikâyeleri birbirine karışır... Emanet Çeyiz-Mübadele İnsanları, Seninle Güler Yüreğim, Sarı Gelin adlı belgesel romanlarıyla tanıdığımız, Almanya’da yaşayan Kemal Yalçın Haymatlos’ta tarihin bu görece karanlık kalmış sayfasını gün ışığına çıkarırken "yurt’’ kavramına dünya vatandaşlığının merceğinden bakıyor.