Eserde, Kitap’tan ve hikmetten pek çok meselenin perdesi, her çağın insanına hitap edebilecek tazelikte kadîm sözlerle aralanmıştır. Alışılagelmiş tasavvuf literatüründen farklı bir tarzda, Hakîkat-i Muhammediyye’nin de üstünde bir hakikate ve sırra sahibiyet ile söylenmiş zâtî sözler ihtiva eden kitapta, bugüne kadar rastlamadığımız yepyeni terimler ve ifadeler kullanılmıştır. Örneğin, Pençe-i Âl-i Abâ’nın Allah olduğu; bu sözlerin sahibinin Kur’ân’a tâbi olmayıp, vahyeden makamından konuştuğu; sözlerinin kelâm-ı nefsî yani Allah’ın kelâmı olduğu; "Vücûdem çünki mevcûdem" ifadesinde olduğu gibi, vahdet-i vücûd hakkındaki marjinal sözleri bunlardan sadece birkaçıdır. Hazret-i Süreyyâ her ne kadar bir Kâdirî şeyhi olsa da, inanan ve inanmayan herkesin kendi gönlünde bir yeri olduğunu, herkesin hâmîsî ve şeyhi olduğunu, insan kalbinin mâneviyatta ne kadar kıymetli olduğunu beyân ederek, Hazret-i Pîr Abdülkadir Geylânî’den bugüne dek, Kâdirîlik’te benzeri görülmemiş bir zât ile bizleri karşı karşıya bırakmaktadır. Bu zâtın nutukları ise, dinin, velînin, âşığın veya mâşuğun sözleri olmayıp, dinin geldiği Akl-ı Küll’ün, Velâyet Nûru’nun ve Aşk’ın sözleri olarak arz-ı endâm etmektedir.
Eserde, Kitap’tan ve hikmetten pek çok meselenin perdesi, her çağın insanına hitap edebilecek tazelikte kadîm sözlerle aralanmıştır. Alışılagelmiş tasavvuf literatüründen farklı bir tarzda, Hakîkat-i Muhammediyye’nin de üstünde bir hakikate ve sırra sahibiyet ile söylenmiş zâtî sözler ihtiva eden kitapta, bugüne kadar rastlamadığımız yepyeni terimler ve ifadeler kullanılmıştır. Örneğin, Pençe-i Âl-i Abâ’nın Allah olduğu; bu sözlerin sahibinin Kur’ân’a tâbi olmayıp, vahyeden makamından konuştuğu; sözlerinin kelâm-ı nefsî yani Allah’ın kelâmı olduğu; "Vücûdem çünki mevcûdem" ifadesinde olduğu gibi, vahdet-i vücûd hakkındaki marjinal sözleri bunlardan sadece birkaçıdır. Hazret-i Süreyyâ her ne kadar bir Kâdirî şeyhi olsa da, inanan ve inanmayan herkesin kendi gönlünde bir yeri olduğunu, herkesin hâmîsî ve şeyhi olduğunu, insan kalbinin mâneviyatta ne kadar kıymetli olduğunu beyân ederek, Hazret-i Pîr Abdülkadir Geylânî’den bugüne dek, Kâdirîlik’te benzeri görülmemiş bir zât ile bizleri karşı karşıya bırakmaktadır. Bu zâtın nutukları ise, dinin, velînin, âşığın veya mâşuğun sözleri olmayıp, dinin geldiği Akl-ı Küll’ün, Velâyet Nûru’nun ve Aşk’ın sözleri olarak arz-ı endâm etmektedir.