Hukuk, insanın yine insan için meydana getirdiği bir yapıt ve böylece insan yaşamına büyük ölçüde etkili bir olgudur. O, varlığın var olabilmek için sahip olduğu gücün insan yaşamında egemenlik altına alınmasının bir deyimi ve görünümüdür.
Çünkü güç, sırf güç olmakla yapıcı olduğu gibi yıkıcı da olabilir. İşte akıl sahibi olan insan, doğada ve dolayısıyla kendisinde mevcut olan bu gücü var edici hedeflere yönelmek, bu yolla insanca bir dünya yaratmak üzere bir düzene sokmuş, bu düzene de hukuk adını vermiştir.
Hukuk her şeyden önce, bir kaos ortamında acımasızca yok edici bir iş görebilecek olan kaba gücün bir disiplin altına alınmasını deyimler.
Yalnız önemle belirtilmelidir ki, barış sağlamakla görevli olan bu düzen, bu hukuk, bu işlevini yerine getirmek üzere üstün gücün buyruğuna verilmiş olmayıp tersine, güç hukukun buyruğuna verilmiştir.
Hukuk, güç kavramını dışlar. Gerçi hukuk, iyi ya da kötü amaçlı her eylem için zorunlu güce her zaman muhtaçtır, fakat güç mantıken onun içeriğini belirleyemez, hukuk güce teslim edilemez. Hukukta bir meşruiyet, genel geçerlilik sorunu vardır. Meşruiyet tartışmasının dışında kalacak bir güç, insani olarak kabul edilemez.
Böyle bir gücün, hukuk olarak kabul edilmesi durumunda, güçlülerin sürekli savaşı sonucu, sürekli olması gereken hiçbir düzen ve barış kurulamaz; kendini haklı gören güç, diğer herhangi üstün bir güce de, kendine bir düzen kurma hakkını teslim etmiş demektir.
İşte, sürekli ve insanların içten kabulü ile gerçekleşecek bir barış düzeni olmakla hukuk diye adlandırılabilecek düzen, bu niteliğe sahip olmak için onun, hayvanla ortaklaşa sahip olduğumuz kaba güçten değil, insan yanımızı oluşturan akıl ve vicdandan kaynaklanması zorunlu olur.
İnsanın tinsel dediğimiz bu yanında, ide ve değerler bulunur. İnsanın bu yanını, ide ve yüksek değerler oluşturur. Bu değerlerden biri de, ahlâki değerler içinde yer alan adalettir.
Hukuk, insanın yine insan için meydana getirdiği bir yapıt ve böylece insan yaşamına büyük ölçüde etkili bir olgudur. O, varlığın var olabilmek için sahip olduğu gücün insan yaşamında egemenlik altına alınmasının bir deyimi ve görünümüdür.
Çünkü güç, sırf güç olmakla yapıcı olduğu gibi yıkıcı da olabilir. İşte akıl sahibi olan insan, doğada ve dolayısıyla kendisinde mevcut olan bu gücü var edici hedeflere yönelmek, bu yolla insanca bir dünya yaratmak üzere bir düzene sokmuş, bu düzene de hukuk adını vermiştir.
Hukuk her şeyden önce, bir kaos ortamında acımasızca yok edici bir iş görebilecek olan kaba gücün bir disiplin altına alınmasını deyimler.
Yalnız önemle belirtilmelidir ki, barış sağlamakla görevli olan bu düzen, bu hukuk, bu işlevini yerine getirmek üzere üstün gücün buyruğuna verilmiş olmayıp tersine, güç hukukun buyruğuna verilmiştir.
Hukuk, güç kavramını dışlar. Gerçi hukuk, iyi ya da kötü amaçlı her eylem için zorunlu güce her zaman muhtaçtır, fakat güç mantıken onun içeriğini belirleyemez, hukuk güce teslim edilemez. Hukukta bir meşruiyet, genel geçerlilik sorunu vardır. Meşruiyet tartışmasının dışında kalacak bir güç, insani olarak kabul edilemez.
Böyle bir gücün, hukuk olarak kabul edilmesi durumunda, güçlülerin sürekli savaşı sonucu, sürekli olması gereken hiçbir düzen ve barış kurulamaz; kendini haklı gören güç, diğer herhangi üstün bir güce de, kendine bir düzen kurma hakkını teslim etmiş demektir.
İşte, sürekli ve insanların içten kabulü ile gerçekleşecek bir barış düzeni olmakla hukuk diye adlandırılabilecek düzen, bu niteliğe sahip olmak için onun, hayvanla ortaklaşa sahip olduğumuz kaba güçten değil, insan yanımızı oluşturan akıl ve vicdandan kaynaklanması zorunlu olur.
İnsanın tinsel dediğimiz bu yanında, ide ve değerler bulunur. İnsanın bu yanını, ide ve yüksek değerler oluşturur. Bu değerlerden biri de, ahlâki değerler içinde yer alan adalettir.