Geçenlerde TRT’de penguenleri anlatan ‘İmparatorun Yolculuğu’ diye bir belgesel izledim. Belgesel, penguenlerin Antartika’nın güçlüklerle dolu buz tabakaları üzerinde yüzlerce millik yolculukları sırasındaki hayatta kalma mücadelesini perdeye yansıtan bir belgesel dram.
Dişi penguenler, içinde yavruları olan yumurtaları babalarına emanet edip, yiyecek bulacakları en yakın denize ulaşmak için aylar süren olağanüstü bir yolculuğu çıkıyorlar. Erkek penguenler de yumurtayı ayaklarının altına koyup, yiyecek getirecek dişi penguenleri bekliyorlar.
Bu yolculuğa çıkan penguenlerin bir kısmı yiyecekle geri dönerken, bir kısmı da balık avlamaya çalışırken foklara yem oldukları için geri dönemiyorlar.
Belgeseli ilk izlediğimde penguenleri yiyen foklara çok kızmış ve foklara yem olan penguenlere çok üzülmüştüm. Ayrıca bir penguenin balık avlayabilmesi beni memnun etmiş, ancak penguene yem olan balıkla ilgili bende herhangi bir kanaat oluşmamıştı.
Yani benim nazarımda fok balığının pengueni yemesi, gayri meşru… Ancak, penguenin balığı yemesi, meşru idi…
Sonra biraz düşününce bu duygularım değişti. İzlediğim penguen belgeseli ve burada penguenlerin hikâyesi anlatılıyor. Dolayısıyla ben gördüğüm ya da bana gösterilen bütün olaylara penguenler açısından baktığım için öyle olmuştu. Yani, penguenlerin tarafını tutuyordum.
Bu belgesel bir balık belgeseli olsaydı… Karnını doyurmak ve hayatta kalmak için yiyecek arayan bu balığı aynı penguen yeseydi, bu sefer balığa üzülecek ve penguene de kızacaktım.
Ya da bu belgesel bir fok belgeseli olsaydı… Aynı şekilde fok balığı da yavrusunu doyurmak ve hayatta kalmak için yiyeceğe, yani bir penguen avlama ihtiyacı duyacaktı. O fok balığı bir penguen avlayabildiğinde sevinecek, ancak bir kutup ayısına yem olduğunda üzülecek ve kutup ayısına kızacaktım.
Ama bu belgesel kutup ayısı belgeseli olsaydı… Zaten nesli de tükendiği için, fok balığı yemesi benim için meşru hale gelecekti…
Genellikle yaşadığımız olaylara ya kendi zaviyemizden ya bize gösterilen zaviyeden ya da konjonktürel bakıyoruz.
Amin Maalouf’un da dediği gibi, “Metin değişmiyor, değişen bizim bakışımız. Ama bu metin dünyadaki gerçeklikler üzerinde ancak bizim bakışımız aracılığıyla etkili olabiliyor. Bu bakış her çağda bazı cümleler üzerinde duruyor ve diğerlerini görmeden atlıyor.”
Hakimlik de biraz bu değil mi?
Herkes olayı ya da dosyayı kendi zaviyesinden anlatıyor. Ama hakim bunları aşan bir ferasetle karar veriyor.
Bu da sizin kitabınızın (Hüküm Kurma Sanatı) adı gibi... Bu şekilde hüküm kurmak bir sanat hâline geliyor.
Zaten bütün mesele resmin arkasını da görebilmek...
Bu satırları, Adalet Akademisinde çalışan Hakim arkadaşım Adnan Dönderalp’ın bir grupta elinizdeki kitap için yaptığı bir yorum.
Kesinlikle çok haklı olduğunu düşünüyorum, bu olay bizim hakim ve savcılarımızın işinin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Herkesin bir bakış açısı var iken, hakim bu bakış açılarının da ötesinde olaya üstten bakacak, tarafsız göz ile olayları süzecek ve sadece izlenimine göre karar vermeyecek, izlenimini de maddi ve somut deliller ile yoğurarak, sonuca ulaşıp, bu sonuca nasıl ulaştığı konusunda da tarafları, kamu oyunu ve bilim adamlarını bilgilendirecek.
Bu denli zor bir işi yapar iken, Hüküm Kurma Sanatı isimli bu kitabımız bir nebze de olsa yardımcı oluyor ise ne mutlu bize.
Uygulamacı hukuk kitaplarının 11. Baskıya ulaşması çok zor, sizlerin yaygın teveccühü ile şükürler olsun 11. Baskıya ulaşmış bulunuyoruz.
Bu baskıda kitabı baştan sona gözden geçirme imkanımız oldu, bazı hususlarda eklemelerde bulunduk, bazı konularda ise kısıtlamaya gittik. Değişen mevzuat ve içtihatları güncelledik, işledik. Kitabımızda tekamül devam ediyor, mükemmele ulaşmak için çabayı sarfetmekle bizler görevliyiz, kitabın etkili olup olmadığını tartacak sizlersiniz. Ümit ediyoruz faydalı oluyordur.
Geçenlerde TRT’de penguenleri anlatan ‘İmparatorun Yolculuğu’ diye bir belgesel izledim. Belgesel, penguenlerin Antartika’nın güçlüklerle dolu buz tabakaları üzerinde yüzlerce millik yolculukları sırasındaki hayatta kalma mücadelesini perdeye yansıtan bir belgesel dram.
Dişi penguenler, içinde yavruları olan yumurtaları babalarına emanet edip, yiyecek bulacakları en yakın denize ulaşmak için aylar süren olağanüstü bir yolculuğu çıkıyorlar. Erkek penguenler de yumurtayı ayaklarının altına koyup, yiyecek getirecek dişi penguenleri bekliyorlar.
Bu yolculuğa çıkan penguenlerin bir kısmı yiyecekle geri dönerken, bir kısmı da balık avlamaya çalışırken foklara yem oldukları için geri dönemiyorlar.
Belgeseli ilk izlediğimde penguenleri yiyen foklara çok kızmış ve foklara yem olan penguenlere çok üzülmüştüm. Ayrıca bir penguenin balık avlayabilmesi beni memnun etmiş, ancak penguene yem olan balıkla ilgili bende herhangi bir kanaat oluşmamıştı.
Yani benim nazarımda fok balığının pengueni yemesi, gayri meşru… Ancak, penguenin balığı yemesi, meşru idi…
Sonra biraz düşününce bu duygularım değişti. İzlediğim penguen belgeseli ve burada penguenlerin hikâyesi anlatılıyor. Dolayısıyla ben gördüğüm ya da bana gösterilen bütün olaylara penguenler açısından baktığım için öyle olmuştu. Yani, penguenlerin tarafını tutuyordum.
Bu belgesel bir balık belgeseli olsaydı… Karnını doyurmak ve hayatta kalmak için yiyecek arayan bu balığı aynı penguen yeseydi, bu sefer balığa üzülecek ve penguene de kızacaktım.
Ya da bu belgesel bir fok belgeseli olsaydı… Aynı şekilde fok balığı da yavrusunu doyurmak ve hayatta kalmak için yiyeceğe, yani bir penguen avlama ihtiyacı duyacaktı. O fok balığı bir penguen avlayabildiğinde sevinecek, ancak bir kutup ayısına yem olduğunda üzülecek ve kutup ayısına kızacaktım.
Ama bu belgesel kutup ayısı belgeseli olsaydı… Zaten nesli de tükendiği için, fok balığı yemesi benim için meşru hale gelecekti…
Genellikle yaşadığımız olaylara ya kendi zaviyemizden ya bize gösterilen zaviyeden ya da konjonktürel bakıyoruz.
Amin Maalouf’un da dediği gibi, “Metin değişmiyor, değişen bizim bakışımız. Ama bu metin dünyadaki gerçeklikler üzerinde ancak bizim bakışımız aracılığıyla etkili olabiliyor. Bu bakış her çağda bazı cümleler üzerinde duruyor ve diğerlerini görmeden atlıyor.”
Hakimlik de biraz bu değil mi?
Herkes olayı ya da dosyayı kendi zaviyesinden anlatıyor. Ama hakim bunları aşan bir ferasetle karar veriyor.
Bu da sizin kitabınızın (Hüküm Kurma Sanatı) adı gibi... Bu şekilde hüküm kurmak bir sanat hâline geliyor.
Zaten bütün mesele resmin arkasını da görebilmek...
Bu satırları, Adalet Akademisinde çalışan Hakim arkadaşım Adnan Dönderalp’ın bir grupta elinizdeki kitap için yaptığı bir yorum.
Kesinlikle çok haklı olduğunu düşünüyorum, bu olay bizim hakim ve savcılarımızın işinin ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Herkesin bir bakış açısı var iken, hakim bu bakış açılarının da ötesinde olaya üstten bakacak, tarafsız göz ile olayları süzecek ve sadece izlenimine göre karar vermeyecek, izlenimini de maddi ve somut deliller ile yoğurarak, sonuca ulaşıp, bu sonuca nasıl ulaştığı konusunda da tarafları, kamu oyunu ve bilim adamlarını bilgilendirecek.
Bu denli zor bir işi yapar iken, Hüküm Kurma Sanatı isimli bu kitabımız bir nebze de olsa yardımcı oluyor ise ne mutlu bize.
Uygulamacı hukuk kitaplarının 11. Baskıya ulaşması çok zor, sizlerin yaygın teveccühü ile şükürler olsun 11. Baskıya ulaşmış bulunuyoruz.
Bu baskıda kitabı baştan sona gözden geçirme imkanımız oldu, bazı hususlarda eklemelerde bulunduk, bazı konularda ise kısıtlamaya gittik. Değişen mevzuat ve içtihatları güncelledik, işledik. Kitabımızda tekamül devam ediyor, mükemmele ulaşmak için çabayı sarfetmekle bizler görevliyiz, kitabın etkili olup olmadığını tartacak sizlersiniz. Ümit ediyoruz faydalı oluyordur.