Çilesiz keşif hayal keşifsiz dirilik muhal direnişsiz hayat manasızdır. Sürecin manadan mahrumiyeti boş yere harcanmış anların katarına yük temin eder. Zamanla birlikte zamana karşı mücadele eden insan ânı hatıra ile maziye emanet ettiği ölçüde istikbaline de hakimiyet kurmuş olur. Kalabalıkların bir parçası olarak kümenin içinde yer almak benzerliklerin tabii neticesidir. Bu bulunuş hali edilgen karakterlidir. Hazıra rıza göstermenin esas kabul edildiği bu nokta huzur içinde yaşamanın sırlarını da taşır. Kalabalıklar düzenlerini bozmadan devam ettirebilmek için kurallar koyarlar. Fert ise fıtri haklarına bir de kazandıklarını ilave edip şahsiyetini ayağa kaldırmak ister. Ferdin inandıklarını hayata geçirmek üzere takındığı tavır etken karakterlidir. Zira ferdin durduğu zemin fail olarak kendisinin açtığı bir alandır.
Kalabalıklar miras olarak devraldıkları hayat tarzlarına sadakatte çoğu zaman farklı davranmazlar. Bu durumda varlık iddiası hususunda da birbirinden farklı değillerdir. Buna karşılık kalabalıklar doğru hareket ediyor da olsa ayrı bir yol ve usulle mesafe almaya çalışan ferdi mahkum ederler. İşte bu anlayışın neticesidir ki süreci kalabalıklarla paylaşamayan Tanpınar sahip olduğu farklılıklarla kazandıklarını hayata yansıtamadığından trajik ve dağınık âlemden sanatın ironik ve zarif dünyasına sığınır. Çünkü Tanpınar huzurundan huzursuz olan adamdır. Varlık sürekli kaosta halden hale girerek kemalini ararken insan dipsiz ve düzensiz bir alemin sınırları içine sıkışıp kalmamalıdır. İnsan daimi bir oluş ve varlık halinin peşinde koşmalıdır. Huzur yazarı da anın içinde arayışla keşfin ardına düşer. Geleneğin sunduğu imkânlara sorgusuz teslim olan kalabalıklar ile fıtratın hediyesi farklılıkları mirasa ilâve edip daha zengin bir ruh dünyasına vücut vermek isteyen ferdin başkaldırısı iki farklı düzlemde karşı karşıya gelir. Mevcuda itiraz geliştirmeyen bir yapı ile yapıyı inşa etme iddiası bulunan ferdin durduğu değerler zemini birbirinden tamamen farklıdır. Kalabalık ferdin fert de kalabalığın bakış açısını belirlemeye uğraşır. Kendine tabi kılma alanı oluştuktan sonra mükemmelliyet fikri ile kalabalığa ait sıradanlık algısı mücadele meydanında rekabete girişirler. Bu rekabetin önemli ve dramatik tarafı sanatkarın mükemmelliyet fikrinin teklifi dahi olmayan sıradan kabullerin kalın duvarıyla kuşatılmış olmasıdır. Bu ağır kuşatma şairin iç alemini şekillendiren soyut değerlerle somut çirkinliklerin sergilendiği maddeci değerler dünyasının münakaşasına da zemin hazırlar. Tanpınar bu iki dünyayı birbirinden ayıran dehlizde bekler. Zihni faaliyetleri ferdin saplantılarına çözümler üretmeye adanmış gibi görünse de ferdi sanılan tefekkürün asıl gayesinin fert değil ferdin şahsında cemiyet meselelerine çareler teklif etmektir. O sıradanlığı sıradışı bir noktaya çekmeye uğraşan sıradanlık bahanelerini fark eden basiret ehli bir münevverdir.
'Devam vehmi' Tanpınar'ın hem günlük hayatını hem de fikir hayatını yönlendiren endişelerin tam kalbinde oturur. Cemiyet hayatına dair endişelerin işgali altında bulunan böyle bir tefekkür atlasını Doğu-Batı medeniyetlerinin mahsulü düşünce atmosferine ait unsurlardan oluşan terkiple şekillendirmek için ısrarcıdır. Bu terkip adamı gelenekselle modernin birbirlerini ortadan kaldırmaya uğraşmadan aynı yapı ve sistem içerisinde ne şekilde süreklilik kazanıp yaşayacaklarını göstermiştir. O ferdin benliğinde meydana gelen parçalanmayı tanıma gereği bile duymadığı bu yüzden nefretle algıladığı yeni medeniyetin mahsulü olarak görür. O mazinin yaşanmışlıklarına musikinin ruhu ve kâinatın diliyle varlık kazandırır. Bu hali vesile kılarak sonsuzluk göğünde 'billur bir avize' olan zamana karşı insanın hükümranlığını ilan etmek ister. Halbuki insanın mağlubiyeti ezelidir ancak sultanlık vehmiyle yaşar.
Varlığın hasreti sonsuzluğu yakalamaktır. Bu hasreti dindirecek pınarın suyunu içebilmek için de yollar arar. Musiki varlığın hedefine ulaşmasını sağlayacak nitelikler açısından çok zengin imkânlar sunar. Tanpınar idrâkin zirvesinde dokunduğu her şeyi sihirli bir âleme çeviren musikiyi sonlu varlığa sonsuz ruh üfleyen bir nefes gibi kullanır. Bu noktadan yola çıkarak ele almaya çalıştığımız husus Huzur romanındaki musikidir. Edebi bir eserde musikinin zaman mekân ve şahıs kadrosu açısından yerine getirdiği işlevi bu işlevin teknik anlamda romanın yapısına etkisini ortaya koymak temel hedefimizdir. İleri sürdüğümüz fikir ve iddialar bütünüyle doğrular değil aksine sanatın subjektifliğine sığınma cesaretidir. Kendi doğrularımızı dokunulmaz kılmak gibi bir niyet taşımıyoruz. Hatta muhtemel ipuçlarının yakalanmasını engelleyen bir perde olarak kullanmak sabit fikrine takılıp kalanlardan da değiliz. Gayemiz Tanpınar'ın musikiye yüklediği manayı kavramak için açılacak kapılara 'Eşik' olmaktır. Hatıra sandığında saklanan hayat musikinin notalarında alemler keşfetmeye çıktığında ahengin açtığı hüzün kapılarının ardında sevdalar avlaması en büyük dileğimizdir.
Çilesiz keşif hayal keşifsiz dirilik muhal direnişsiz hayat manasızdır. Sürecin manadan mahrumiyeti boş yere harcanmış anların katarına yük temin eder. Zamanla birlikte zamana karşı mücadele eden insan ânı hatıra ile maziye emanet ettiği ölçüde istikbaline de hakimiyet kurmuş olur. Kalabalıkların bir parçası olarak kümenin içinde yer almak benzerliklerin tabii neticesidir. Bu bulunuş hali edilgen karakterlidir. Hazıra rıza göstermenin esas kabul edildiği bu nokta huzur içinde yaşamanın sırlarını da taşır. Kalabalıklar düzenlerini bozmadan devam ettirebilmek için kurallar koyarlar. Fert ise fıtri haklarına bir de kazandıklarını ilave edip şahsiyetini ayağa kaldırmak ister. Ferdin inandıklarını hayata geçirmek üzere takındığı tavır etken karakterlidir. Zira ferdin durduğu zemin fail olarak kendisinin açtığı bir alandır.
Kalabalıklar miras olarak devraldıkları hayat tarzlarına sadakatte çoğu zaman farklı davranmazlar. Bu durumda varlık iddiası hususunda da birbirinden farklı değillerdir. Buna karşılık kalabalıklar doğru hareket ediyor da olsa ayrı bir yol ve usulle mesafe almaya çalışan ferdi mahkum ederler. İşte bu anlayışın neticesidir ki süreci kalabalıklarla paylaşamayan Tanpınar sahip olduğu farklılıklarla kazandıklarını hayata yansıtamadığından trajik ve dağınık âlemden sanatın ironik ve zarif dünyasına sığınır. Çünkü Tanpınar huzurundan huzursuz olan adamdır. Varlık sürekli kaosta halden hale girerek kemalini ararken insan dipsiz ve düzensiz bir alemin sınırları içine sıkışıp kalmamalıdır. İnsan daimi bir oluş ve varlık halinin peşinde koşmalıdır. Huzur yazarı da anın içinde arayışla keşfin ardına düşer. Geleneğin sunduğu imkânlara sorgusuz teslim olan kalabalıklar ile fıtratın hediyesi farklılıkları mirasa ilâve edip daha zengin bir ruh dünyasına vücut vermek isteyen ferdin başkaldırısı iki farklı düzlemde karşı karşıya gelir. Mevcuda itiraz geliştirmeyen bir yapı ile yapıyı inşa etme iddiası bulunan ferdin durduğu değerler zemini birbirinden tamamen farklıdır. Kalabalık ferdin fert de kalabalığın bakış açısını belirlemeye uğraşır. Kendine tabi kılma alanı oluştuktan sonra mükemmelliyet fikri ile kalabalığa ait sıradanlık algısı mücadele meydanında rekabete girişirler. Bu rekabetin önemli ve dramatik tarafı sanatkarın mükemmelliyet fikrinin teklifi dahi olmayan sıradan kabullerin kalın duvarıyla kuşatılmış olmasıdır. Bu ağır kuşatma şairin iç alemini şekillendiren soyut değerlerle somut çirkinliklerin sergilendiği maddeci değerler dünyasının münakaşasına da zemin hazırlar. Tanpınar bu iki dünyayı birbirinden ayıran dehlizde bekler. Zihni faaliyetleri ferdin saplantılarına çözümler üretmeye adanmış gibi görünse de ferdi sanılan tefekkürün asıl gayesinin fert değil ferdin şahsında cemiyet meselelerine çareler teklif etmektir. O sıradanlığı sıradışı bir noktaya çekmeye uğraşan sıradanlık bahanelerini fark eden basiret ehli bir münevverdir.
'Devam vehmi' Tanpınar'ın hem günlük hayatını hem de fikir hayatını yönlendiren endişelerin tam kalbinde oturur. Cemiyet hayatına dair endişelerin işgali altında bulunan böyle bir tefekkür atlasını Doğu-Batı medeniyetlerinin mahsulü düşünce atmosferine ait unsurlardan oluşan terkiple şekillendirmek için ısrarcıdır. Bu terkip adamı gelenekselle modernin birbirlerini ortadan kaldırmaya uğraşmadan aynı yapı ve sistem içerisinde ne şekilde süreklilik kazanıp yaşayacaklarını göstermiştir. O ferdin benliğinde meydana gelen parçalanmayı tanıma gereği bile duymadığı bu yüzden nefretle algıladığı yeni medeniyetin mahsulü olarak görür. O mazinin yaşanmışlıklarına musikinin ruhu ve kâinatın diliyle varlık kazandırır. Bu hali vesile kılarak sonsuzluk göğünde 'billur bir avize' olan zamana karşı insanın hükümranlığını ilan etmek ister. Halbuki insanın mağlubiyeti ezelidir ancak sultanlık vehmiyle yaşar.
Varlığın hasreti sonsuzluğu yakalamaktır. Bu hasreti dindirecek pınarın suyunu içebilmek için de yollar arar. Musiki varlığın hedefine ulaşmasını sağlayacak nitelikler açısından çok zengin imkânlar sunar. Tanpınar idrâkin zirvesinde dokunduğu her şeyi sihirli bir âleme çeviren musikiyi sonlu varlığa sonsuz ruh üfleyen bir nefes gibi kullanır. Bu noktadan yola çıkarak ele almaya çalıştığımız husus Huzur romanındaki musikidir. Edebi bir eserde musikinin zaman mekân ve şahıs kadrosu açısından yerine getirdiği işlevi bu işlevin teknik anlamda romanın yapısına etkisini ortaya koymak temel hedefimizdir. İleri sürdüğümüz fikir ve iddialar bütünüyle doğrular değil aksine sanatın subjektifliğine sığınma cesaretidir. Kendi doğrularımızı dokunulmaz kılmak gibi bir niyet taşımıyoruz. Hatta muhtemel ipuçlarının yakalanmasını engelleyen bir perde olarak kullanmak sabit fikrine takılıp kalanlardan da değiliz. Gayemiz Tanpınar'ın musikiye yüklediği manayı kavramak için açılacak kapılara 'Eşik' olmaktır. Hatıra sandığında saklanan hayat musikinin notalarında alemler keşfetmeye çıktığında ahengin açtığı hüzün kapılarının ardında sevdalar avlaması en büyük dileğimizdir.